30 Nisan 2011 Cumartesi

Cami hapishane yapılmıştı. Bilin bakalım tuvaleti neresiydi?

Cami hapishane yapılmıştı. Bilin bakalım tuvaleti neresiydi?

Necdet Sakaoğlu’ndan hazin bir hatıra;

''Bundan 50-55 sene evvel [1945-1950 yıllarına rastlıyor] benim çocukluğumu geçirdiğim kasabada [Divriği'de], Cedid Mustafa Paşa Camisi hapishane olarak kullanılıyordu. Taş bir bina olduğu için tercih edilmişti; zaten o yıllarda camilerin çoğu kapalıydı.

Mahkûmlar ayaklarını pencereden dışarı çıkarırlar, türkü söylerlerdi akşama kadar. Sokaktan geçerken, mahkûmlardan korkardık, sanki pencereden üzerimize atlayacaklar gibi gelir, ta uzaktan geçmeye çalışırdık. Camide tuvalet de, su da yoktu.

Yıllar sonra benden yaşça daha büyük olan ve o yılları daha iyi hatırlayan bir emekli hâkime, mahkûmların tuvalet ihtiyaçlarını nasıl giderdiğini sordum:
“Mihrabın önüne büyük bir küp konmuştu. İki yanına inşaat iskelesi gibi iskele kurulmuş, iki de tahta uzatılmıştı. Mahkûmlar bu iskeleye çıkıp küpü kullanıyorlardı. Küp dolunca da gardiyan, kulpundan sırık geçirip iki mahkûmun omuzuna veriyor, dereye boşalttırıyordu.''

Daha sonra hapishane bir eve taşındı. Penceresinde demir falan yoktu.''

Kaynak: Osman Köker, “Necdet Sakaoğlu’yla Osmanlı’da idamlar üzerine”, Toplumsal Tarih, Sayı: 91, Temmuz 2001, s. 12

Yedi Düveli Yendik mi?

Kurtuluş Savaşında Yedi Düveli Yendik mi?

1915'de Çanakkale Savaşında, o akıl almaz destanı yazdık, yedi düvele set olduk ve düşmanı geçirmedik... Ama sadece üç sene sonra aynı düşman, en ufak bir direnişle karşılaşmadan Çanakkale Boğazı'nı geçti ve İstanbul'u yani başkentimizi işgal etti... Devletin idare edildiği saraylar bile kuşatıldı... Osmanlı diz çökmüştü artık... Ya sonra?

....

Sonra Yedi Düveli Yendik mi?

Milli Diktatör İsmet Paşa

Milli Diktatör İsmet Paşa

Selanik Dönmelerine(Sabetay Sevi bağlılarına) göre, Türkiye'nin tarihi 1923'te başlar, ondan öncesi karanlıklar devridir. Osmanlı Padişahlarını zalim gösterirlerken yakın tarihimizdeki milli ve kendilerince kutsal diktatörleri göklere çıkartırlar.

Yakın tarihimizin büyük zalimlerinden biri, Millî Şef İsmet Paşa'dır. 1938'den 1945'e kadar mutlak diktatörlük yapmış, 45'le 50 arasında "meşrutî" diktatörlük...

İsmet Paşa'yı demokrasi kahramanı olarak gösterenler ne kadar ayıplansa ve kınansa yeridir. Bu zat, 1938-45 arasında Tek Parti oligarşik rejiminin başıydı. 1945'te, İkinci Dünya Savaşını kazanan ABD ve diğer Batı ülkelerinin baskısıyla istemeye istemeye çok partili rejime geçmek zorunda kalmıştır. 1946 seçimlerinde hile, baskı, ikrah (korkutma) ile seçimleri CHP kazanmış, 1950'ye kadar bu şaibeli seçimin galibi olarak iktidarda kalmıştır.

Milli Şef İsmet Paşa neler yapmıştır?

1. Türk Ceza Kanununa 163'üncü maddeyi koyarak Müslümanların inanç, düşünce, görüş hürriyetlerine zincir vurmuştur.

2. Ülke sathında binlerce camiyi kapatmış, kimisini satmış, kimisini kiraya vermiş, kimisini yıktırmıştır.

3. İman-İslam ve Kuran hizmetkârı Bediüzzaman Saidi Nursî'ye zulmetmiştir.

4. Meşayih-i Nakşibendiyeden, hadim'ül-ümme ve'd-din Abdülhakim Arvasî Hazretlerine zulmetmiş onu İstanbul'dan Ankara'ya sürmüştür.

5. İsmet Paşa zamanında Türkiye Müslümanlarının gerçek mânâda din, inanç, inandığı gibi yaşamak, çocuklarına dini eğitim vermek hürriyeti olmamıştır.

6. Millî Şef İsmet Paşa hazretleri zamanında Müslümanlar Ezan-ı Muhammedi'yi bile okuyamıyorlardı. Gerçek ezanın yerini tutmayan ve "Tanrı Uludur" diye başlayan tercüme ezan okumak zorundaydılar.

7. İsmet Paşa'nın mutlak diktatörlüğü zamanında matbuat (gazeteler, dergiler) dinden bahsedemezler, dinî konulu yayın yapamazlardı. Bu konuda, basın yayın genel müdürü yardımcısı İzzettin Nişbay'ın gazetelere gönderdiği resmî bir uyarı vardır.

İpin Ucu Kimin Elinde? Diyalog, Kukla Oynatılan Tiyatrodur.

İpin Ucu Kimin Elinde? Dinler Arası Diyalog, Kukla Oynatılan Bir Tiyatrodur.

Dinlerarası Diyalog, hakkında lehte, aleyhte çok şey yazıldı çizildi. Diyalogla yapılmak istenenlere herkes kendine göre bir yorum getirdi. Dinlerarası diyaloğu farklı bir açıdan yorumlayanlardan biri de Sayın Ali Eren’dir. Sayın Eren’in yorumu şöyle:
“İpin ucu başkalarının elinde; biz de Karagöz. Onlar yazmış, biz oynuyoruz: “Diyalog ve hoşgörü” oyunu… Adamlar taa 1965’te“Diyalog, misyonerliğin yeni bir tarzıdır” diyorlardı. Anadolu bizim elimizde olduğu için, “İçimiz yanıyor” diyorlar. “Mukades vatanımız, Müslüman Türklerin istilası altındadır” demekten de çekinmiyorlar. Bize bakışları bu… Daha ne desinler? “Anlayın artık” diye kafamıza tokmakla mı vursunlar?


***


Birkaç senedir bir diyalog ve hoşgörüdür, ısrarla sürdürülüyor. Buna birkaç gün önce de şanlıurfada devam edildi. Organizesini de Zaman gazetesi ve Fethullah Gülen’in onursal başkanı olduğu Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı yapıyor. Şimdi, “Bunda şüphelenecek ne var? Organize eden zaten belli kimseler” derseniz, ben de size “Peki bunu başlatanın kim olduğunu biliyor musunuz?” diye sorarım. (Kim olduğunu aşağıda okuyacaksınız.) Hem de bir işi kimin yaptığına değil, yapılan işe bakmak gerekir.

Cennet ehli ölümsüzdür ve uyumaz. ( Uyku Nedir ? )

Cennet ehli ölümsüzdür ve uyumaz. ( Uyku Nedir ? )

Uyuyan kimse hareketsiz ve yarı şuur hâlinde olduğu için ölüye benzetilmiştir. Hattâ uykuya "yarı ölüm" veya "ölümün kardeşi" denmiştir.

Nitekim Câbir (r.a)'ın rivayetine göre Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'e "Yâ Rasûlullâh, cennet ehli uyur mu?" diye sorulduğunda "Hayır uyumaz! Zîrâ uyku ölümün kardeşidir. Cennet ehli ölümsüzdür ve uyumaz." buyurmuştur.

Kur'ân-ı Kerîmde ise "O Allah ki, geceleyin sizi vefat ettirir, uyutur. Bununla beraber gündüz kazandıklarınızı bilir, tutar sonra sizi onun içinde ba'seder ki mukadder olan ecel tamamlansın..." (Sûre-i En'âm, âyet 60)


Uyku; bilhassa gece uykusu, bedeni dinlendirir. İnsanı sıkıntılarından, belli bir süre uzaklaştırır, sinir ve kaslardaki gerginlikleri giderir, vücutta bir rahatlama ve dinlenme meydana gelir. Uyku, yeme içme gibi bir ihtiyaçtır.
Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de
"Hem o Rabbindir ki, size geceyi bir libâs (elbise) yaptı, uykuyu bir istirahat, gündüzü de yeni bir hayât kıldı." (Sûre-i Furkan, 47)

"Uykunuzu bir dinlenme kıldık, geceyi de üzerinize bir örtü yaptık. Gündüzü ise maîşetiniz için çalışma zamanı kıldık." (Sûre-i Nebe, 9-11)

"Ve onun âyetlerindendir, gecede ve gündüzde uyumanız..." buyurulmaktadır. (Sûre-i Rûm, 23)

İstanbul'un Fethi Kararı

İstanbul'un Fethi Kararı - Fatih Sultan Mehmed


Fâtih Sultan Mehmed Han, İstanbul'un muhasarası ile alâkalı Edirne'de yaptığı konuşmasında:
- Dünyâ devleti ebedî değildir, fânî cihanda hiç kimse de ölümsüz değildir. İnsanın dünyâda nefesleri sayılıdır ve ölümsüzlük kapısı kapalıdır. Yaratılıştan gaye, kişinin HakkTeâlâ'yı bir bilip imkân bulduğu nispette, ecelden mühlet buldukça onun dergâhına yaklaşmaya çalışmaktır.

İnsanı Cenâb-ı Allah'a yaklaştıran amellerin en faziletlisini bize ashâb-ı güzînden Ebu Saîd el-Hudrî (r.a.) Hazretleri'nin rivayet ettiği şu hadîs-i şerif bildiriyor:Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'e bir kişi gelip; "İnsanların en faziletlisi kimdir?" deyince, Peygamber Efendimiz (s.a.v.); "İnsanların en faziletlisi, canı ve malı ile Allah yolunda gaza eden mü'mindir." buyurdular.Şu fânî âlemde Ashâb-ı Kiram, ömürlerinin sonuna kadar küfr ve dalalete (sapıklığa) Karşı cihad ve gazayı fırsat bildiler ve bir dakika boşa geçirmediler.

Ömürlerinde gazâsız geçen bir sene yoktu. Aksine küffar ile aralarında gâzasız bir ay geçirmediler. Ben de dilerim ki, "Onlar, Allah'ın hidâyetine eriştirdiği kimselerdir, sen de onların gittiği yoldan yürü" mealindeki ayet-i celîlesine bağlanarak ruhum bedenden ayrılıncaya kadar gücümü "İlâyı Kelimetillâh ve ihyâ-i sünnet-i Resûlillâh'a (Allah'ın yüce ismini yaymak ve Resûlün sünnetini ihya etmeye) sarf edeyim ki, dünyâda iyi hâtıra, âhirette de ecr-i cezir meydana gelsin.Sözün kısası Kostantîniyye'ye sefer açmaya niyet etmiş ve himmetimi bu noktaya çevirmiş bulunuyorum.

Baharda oraya hareket etmeyi düşünüyorum. İcap eden tedbirin alınmasını, hazırlıklara girişilmesini münâsip görüyorum. Bu sefer (İstanbul'un fethi) benim için şu anda birinci derecede halledilmesi îcâp eden bir iştir. Bu tamamlanmadıkça ikinci mühim bir işe girişecek değilim. Bu mevzuda sizin görüşünüz ne ise arz ediniz."

Mecliste bulunanların bir kısmı fetih fikrini kabul etti, bir kısmı ise bu işin zorluğundan bahsederek muhalefet ettiler.

Gençlik Harcanıyor

Gençlik Harcanıyor

Gençler harcanıyorsunuz, feci şekilde harcanıyorsunuz!.. Haddim olmayarak sizleri uyarmama izin veriniz.
Hepsi için söylemem ama bir kısım aileler, ana babalar evlâtlarını harcıyor.

Metin okusun, Mübeccel okusun, çok para getiren mesleklere ve uzmanlıklara sahip olsunlar, refah içinde yaşasınlar, evleri lüks, yazlıkları lüks, otomobilleri lüks, sofraları lüks, giyim kuşamları lüks, hayatları lüks olsun... Biz sıkıntılar çektik, onlar çekmesin...

Müslüman bir ana baba çocukları için böyle mi düşünür? Peki nasıl düşünecek?..

Şöyle düşünecek:

İnsan vücudunda görevli melekler

İnsan vücudunda görevli melekler

İnsanların vücudunda "384" adet hizmetli ve görevli melekler vardır.
Onaltısı Hafaza'dır(koruyandır, süflilerin zararından korurlar).
İkisi insanın sağ ve sol tarafında katiptir.(sağdaki sevapları, soldaki günahları yazar).
Diğer ikisi insana def-i hacet yaptırmakla görevlidir. Tamamı 20'dir.(16+2+2=20)
364 tanesi ise insan vücudundaki hareketli mafsalları tutmakla memurdurlar. Bu meleklerden bir tanesi bırakırsa o mafsal tutmaz olur. Bu gün ona felç diyorlar.

Def-i hacetle görevli iki melek bu işi tenezzülen kabul ettikleri için, dereceleri diğerlerinde üstün olmuştur. Bu sebepten def-i hacetten sonra tuvaletten çıkarken
"Elhamdülillahillezi ezhebe annel ezâ ve âfâni min zâlik" diye dua etmelidir.

Buna uyanlar bir çok hastalıktan korunurlar. Hatta, prostat hastalığı nedir bilmezler. Zaten hastalıkların çoğu, Resulullah efendimizin hadis-i şeriflerine göre hareket edilmediği için meydana gelmektedir. Sizler bu duayı yazın, ezberleyin ve biribirlerinize söyleyin.

Süleyman Hilmi Tunahan (kuddise sirruh)

(â)= uzatarak okunmalıdır. "aaa" şeklinde.

İnsaflı düşmanlarının dilinden Sultan Abdülhamid Han

İnsaflı düşmanlarının dilinden Sultan II. Abdülhamid Han

" Alman İmparatoru ikinci Wilhelm “Ben politikayı Abdülhamid’den öğrendim” demiştir."

--

34. Osmanlı padişahı ve 99. İslam halifesi olarak 34 yaşında tahta çıkan ve Devleti Aliyye’yi 33. sene idare etmiş olan Sultan ikinci Abdülhamid Han, özellikle dış siyaset konusunda bir dahidir.

Tahtta bulunduğu süre içerisinde Avrupalı devletleri biribirlerine karşı kullanarak hem Osmanlı menfaatlerini hem de dünya barışını korumuştur. Çağdaşı olan Avrupa’lı devlet adamları , en büyük düşmanları olan büyük padişahı takdir etmekten kendilerini alamamışlardır. Bunlardan birkaçı;

- Hungtington’a göre “Boğaziçi’nde oturan ihtiyar dünya çapında bir siyasi” idi.
- İngiltere’nin İstanbul sefiri Nicolas O’Connor’a göre “Avrupa’da barışı koruyan adam”dı.
- Lamouche’a göre “Zeki, kurnaz ve gayet çalışkan”dı.
- Fransız sefiri Maurice Bombard, “Avrupa’da O’nun seviyesinde dış siyaset bilen bir diplomat yoktur” demiştir.
- İngiliz Bahriye Lordu Fisher, “Abdülhamid bütün Avrupa’nın en mahir ve hızlı düşünebilen diplomatlarındandır” demiştir.
- İngiltere Dışişleri Bakanı Edward Grey, siyasi hayatı boyunca hasım olduğu padişah hakkında “Ne büyük kayıp! Hasmımdı ama O’nun ölümü ile diplomasi mesleği artık zevkini kaybetti” diye hayıflanmıştır.
- Yine Edward Grey, “Abdülhamid, kendi emellerine hizmet edebilmeleri için dış ve iç güçlerin oyun biçimlerine ve kullanılma usullerine nüfuz edebilmekte insan zekası maharetinin azami sınırlarına ulaşmış bir hükümdardı” demiştir.
- Alman Başbakanı Prens Bismark’a göre; siyasetin yüzde doksanı Abdülhamid de, yüzde beşi kendisinde, kalan yüzde beşi de diğer siyasilerdedir.
- Alman İmparatoru ikinci Wilhelm “Ben politikayı Abdülhamid’den öğrendim” demiştir.

29 Nisan 2011 Cuma

Bir kadın asılacak...YIL 1926... Yer Erzurum...

Bir kadın asılacak...YIL 1926... Yer Erzurum...   Şehid Edilen Şalcı Bacı....

YIL 1926... Yer Erzurum... Şehirde gizli bir heyecan var... Bir kadın asılacak... Osmanlılar zamanında kadınlar idam edilmezmiş... Bir meydana bir sehpa kurulmuş... Jandarmalar kadını götürüyorlar... Kadın çarşaflı... O tarihte Anadolu'da bütün Müslüman kadınlar çarşaflıydı... Kadının suçu ne? Yeni çıkartılan Şapka Kanunu'nu tenkit etmiş...

Kadın bohçacılık yapan ve "Şalcı Bacı" adıyla tanınan bir vatandaş.İdam edilmeye götürülürken Erzurum ağzıyla "Kadın şapka giye ki asıla..." diye söyleniyor. Kadın söyleniyor, kadın sürükleniyor, kadın asılacak...

Jandarmalar ite kaka kadını sehpanın yanına götürüyor. Kara yüzlü cellat orada... Kadının boynuna yağlı ilmeği geçiriyor, ayaklarının altındaki sandalyayı çekiyor. Kadının vücudu titriyor, sallanıyor... Şalcı Bacının gırtlağından ölüm hırıltıları çıkıyor. Acaba o son dakika ve saniyelerinde Kelime-i Şehadet getirebildi mi? İnşaallah getirmiştir. Cellat kadının bacaklarından hızla çekiyor, boyun kemiğini kırıyor. Kadın ölüyor. Cesedi sehpada sabah rüzgarı ile sallanıyor. Titrek bir ezan sesi duyuluyor...

Dinler Arası Diyalog Vatikan'ın Tuzağı...

Dinler Arası Diyalog Vatikan'ın Tuzağı...

Dinler arası diyalog ve misyonerlik araştırmalarıyla bilinen Ondokuz Mayıs Üniversitesi Dinler Tarihi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mahmut Aydın, dinler arası diyalog oyununa karşı Müslümanlar'ın uyanık olmasını isteyerek,

"Dinlerarası diyaloğu ortaya çıkaran 2. Vatikan Konsili belgesinde İslâmiyet'e yer verilmiyor. Dinlerarası diyaloğun bizimle bir ilgisi yok" dedi.

Doç. Dr. Mahmut Aydın, Hıristiyanlar'ın, özellikle Katolik ve Protestanların 19. yüzyılda bütün dünyanın Hıristiyanlaşacağına inandığını, 19. yüzyıl bittiğinde hiç de öyle bir hedefe ulaşamadıklarını söyledi. Aydın, bunu gören Katolik Kilisesi'nin kendisine

"Biz nerede yanlış yaptık? Ekonomik güce rağmen neden Hıristiyanlığı yaygınlaştıramadık?"

sorularını sorduğunu ve bu soruların ardından dinlerarası diyaloğun doğduğunu kaydetti.

1962-1965 yılları arasında 2. Vatikan Konsili'nin düzenlendiğini, bu konsilden Müslümanlar ile ilgili olumlu bir karar çıkarma düşüncesi bulunmadığını ifade eden Aydın, "

Bu konsili toplayan Kardinal Bea, Yahudiler ile ilgili olumlu bir rapor hazırlanmasını istedi. Hazreti İsa'yı öldürmekten sorumlu tuttukları ve Nazi soykırımı da dahil eziyet yaptıkları Yahudiler ile aralarında iyi ilişkiler kurma düşüncesi doğdu." diye konuştu.

Hazırlanan rapor alt komisyona gönderildiğinde, İslâm ülkelerinden katılan kardinallerin buna itiraz ettiğini ve bu belgenin kabulünün İsrail'in tanınması anlamında olduğunu belbirterek, bu rapor yüzünden İslâm ülkelerinde faaliyetlerini sürdüremeyeceklerini söylediğini açıklayan Aydın, şu bilgileri verdi:

"Bunun üzerine rapora Müslümanlar ile ilgili bir paragraf ekleniyor. Yalnız bu paragraf İslâmiyet ile değil Müslümanlar ile ilgili. Raporda İslâm kelimesine hiç yer verilmiyor. Ama maalesef Türkiye'de diyalogla ilgili yazanlar, "İslâm ile ilgili şöyle şöyle denildi." diyor.

Hayır, böyle bir şey yok. Raporda; "Müslümanlar iyi insanlar olabilir. Müslümanlar içerisinde ahlaklı, namuslu, dürüst insanlar olabilir. O insanlar kurtuluşa erecekler. Ama onların kurtuluşa ulaşması da sahip oldukları dinden olmayacak. Onların içindeki İsa Mesih aşkından dolayı olacak." deniyor. Yani beni Müslüman birey olarak ele alıyor. İyi eylemlerimin İsa'dan dolayı olduğunu kaydediyor. Bunların İslâm ahlakından kaynaklandığını söylemiyor. Yani son ve hak din olan İslâm'ı reddediyor. Dinlerarası diyalog, Dünya Kiliseler Birliği ve Katolik Kilisesi'nin yürüttüğü faaliyetler zinciridir ve kiliselerin diyalogudur. Bu faaliyetlerin amacı misyonerlik.

Hıristiyanlığın daha iyi tanınıp bilinmesini sağlamaktır. Hıristiyanlık tanınıp bilinemiyorsa, en azından Hıristiyanlığa sempatiyle bakılması amaçlanmaktadır. Amaç budur. Bunun bizimle ilgisi yok."

Kaynak
Vakit Gazetesi.

28 Nisan 2011 Perşembe

Kurtuluş Savaşı Bir İslami Cihad Hareketiydi / Mehmet Şevket Eygi




Kurtuluş Savaşı Bir İslami Cihad Hareketiydi, ilk kabinede şeriat işleri bakanlığı vardı... Müslümanların halife seçmesinin engellenmesi insan hakları ihlalidir..

Hadis Ayıklama Fırkası - Dinimiz içten yıkılmak isteniyor

Hadis Ayıklama Fırkası - Dinimiz içten yıkılmak isteniyor

Gelecekte ilm-i kelam alimleri yazacak, birkaç yıldan beri Türkiye'de "Hadis Ayıklama Fırkası" adını verebileceğimiz bozuk bir bid'at fırkası zuhur etmiştir.

Bu fırkanın ABD ve AB tarafından desteklendiğini sanıyorum.

Gayeleri şudur:

Mecelle'nin Üstünlüğü

Mecelle'nin Üstünlüğü


Mecelle bir şaheser olup, Avrupalı hukukçular da takdirlerini ifâde etmişlerdir. Ahmed Cevdet Paşa bu hususda şöyle der:

“Avrupa kıt’asında en evvel tedvin olunan kanunnâme, Roma kânûnnâmesidir ki, Kostantiniyye (İstanbul) şehrinde bir cemiyet tarafından tertib ve tedvin olunmuştu. Avrupa kanunnâmelerinin esâsıdır. Fakat Mecelle-i Ahkâm-i Adliyye’ye benzemez. Aralarında pek çok fark vardır. Çünkü o, beş-altı kânun bilen kişi tarafından yapılmıştı. Bu ise, İslâm hukukunu bilen, fıkıh âlimi olan zâtların marifetiyle, Allahü teâlânın koymuş olduğu yüce İslâm dîninden alınmıştır. Avrupa hukukçularından olan ve bu defa Mecelle’yi mütalaa ve Roma kanunlarıyla mukayese eden ve her ikisine de sâdece birer insan eseri nazarıyla bakan bir zât dedi ki:

İslam Medeni Hukuku; Mecelle-i Ahkam-ı Adliyye

İslam Medeni Hukuku; Mecelle-i Ahkam-ı Adliyye

Tanzîmâtın ilânından sonra, medenî hukuk sahasında, Hanefî mezhebinin muamelâta (alış veriş, şirketler, hîbe v.b.) âid hükümlerinin maddeler hâlinde tertibinden meydana gelen kânunlar veya bu kânunları ihtiva eden mecmua. Asıl adı Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye olan ve İslâm hukukunun bir kısmını ihtiva eden Mecelle’nin; yeni bir kânun tekniği, veciz bir şekilde hazırlanmış olması ve ihtiyâçlara cevap vermekteki pratikliği en mühim husûsiyetlerindendir. Mecelle, her müslümanın bilmesi lâzım gelen biri fıkhın târîfi, doksan dokuzu kavâid-i külliye (genel hükümler) olmak üzere yüz maddelik bir mukaddime (önsöz-giriş) dâhil, on altı kitâbdan meydana gelir. Tamâmı birbirini tâkib eden 1851 madde olup, 1877 yılında Abdulhamîd Han zamanında tatbik edilmeye başlanmış, 1926’da yürürlükten kaldırılmıştır. 

Seyyid Kutup Alim Değildir.. O'nun da üstadı Mason Abduh'du...

Seyyid Kutup Alim Değildir.. O'nun da üstadı Mason Abduh'du...
SUAL : Seyyid Kutub kimdir, bazı eserlerlerde sapık fikirleri ve hatta mezhepsiz olduğu ve idam edilmeden önce bu fikirlerinden tevbe ettiği, lakin eserlerinin insanları zehirlediği belirtiliyor? Bu konuda ayrıntılı bir malumat verir misiniz?

Mason Locaları Gibi Tekkeler de Açılacaktır

Mason Locaları Gibi Tekkeler de Açılacaktır


ATATÜRK'ün kapatmış olduğu Mason locaları, ondan sonra nasıl açıldıysa, İslâm'ın tasavvuf tarikatları da (er veya geç) açılacaktır. Tasavvuf ve tarikat faaliyetleri İslâmî denetim altında yapılacaktır.

Tarikatların, tekkelerin, dergahların kapalı olması bir insan hakları ihlalidir.

Osmanlıca yazı ile yayın yasağı da insan haklarına aykırıdır. Bu konudaki yasak da kaldırılacak, isteyen vatandaşlar İslâm-Kur'ân alfabesiyle Türkçe gazete, dergi, kitap yayınlayabilecektir. (Grek, Ermeni, Kril ve diğer alfabeleriyle Türkçe yayın yapmak öteden beri serbesttir.

Ülke halkının ezici çoğunluğunu oluşturan Müslümanlar üzerindeki kıyafet, serpuş baskıları da kaldırılacaktır. Herkes istediği kıyafete bürünebilecek, istediği serpuşu başına geçirebilecektir.

Hıristiyan dünyasında hafta tatili pazar günü, İsrail'de cumartesi olduğu gibi bizde de cuma günü olacaktır.
Katoliklere ve Protestanlara Hristiyan ve misyoner okulları açma izni ve ruhsatı verildiği gibi Müslümanlara da bağımsız ve hür İslâm mektepleri açmak izni ve serbestisi verilecektir.

İsteyen Müslüman kadın ve kızlar tesettür kıyafeti ile yani başörtüsü ile öğretmenlik, akademisyenlik, avukatlık, polislik, hakimlik, savcılık, doktorluk, memurelik yapabileceklerdir.

Aileleri öyle isterse yedi yaşındaki kızlar bile okula başörtülü olarak gidebilecektir.

Müslüman çoğunluğa, İslâm dini ile bağdaşmayan ve uyuşmayan hiçbir ideoloji empoze edilmeyecektir.
Diyanet İşleri Başkanlığı özerk olacak ve devlet kesinlikle din ve inanç işlerine karışmayacaktır.

İmam-Hatip okulları ve İlahiyat fakülteleri bağımsız Diyanet'e bağlanacaktır.

İslâm Vakıfları Diyanet'e bağlanacaktır.
Din ve devlet çatışma içinde olmayacak, uyum içinde olacak ve işbirliği yapacaktır.

Türkiye Müslümanları Masonlar, Sabataycılar, Kriptolar, ateistler kadar hür olacaktır.
Hiçbir Müslümana, İslâm'a aykırı olan resmî ideoloji kabul etmesi için baskı yapılmayacaktır.

Müslümanların, başlarına bir ruhanî lider, bir İmam-ı Kebir, bir Emîrülmü'mînin seçmelerine izin verilecektir.
Müslüman ailelerin çocuklarını kendi dinlerine ve inançlarına göre yetiştirme hakkı kabul edilecek ve bu hakkın hayata geçirilmesi için imkan sağlanacaktır.

Mehmet Şevket Eygi
17 Ekim 2010

Gizli BOP dosyaları

Gizli BOP dosyaları

DOSYALAR gizli derin dondurucularda bekletiliyor. Hangi dosyalar?

1. Mısır'ı parçalama dosyası. Uygulama başlamıştır. Mısır'ın bir bölümünde bağımsız bir Kıptî devleti kurmak istiyorlar.

2. Türkiye'yi parçalama dosyası. Uygulama gözlerimizin önünde devam ediyor. Kaça ayrılacak? Üçe sanırım...

3. İran dosyası. Belki üç, belki de beş ayrı devlete ayırmayı düşünüyorlar doğu komşumuzu.

4. Suriye dosyası. Bağımsız bir Dürzi devleti...

5. Sudan dosyası. Ülkenin güneyinde bir Hıristiyan devleti kurulacak. İlk tanıyacak devlet İsrail olacak. Bununla da yetinmeyecekler, yine güneyde ayrı bir devlet daha...

6. Irak dosyası. Ülke üçe ayrıldı.

Daha çok dosyalar var.

Sıfır Rakamını Müslümanlar Buldu!

Sıfır Rakamını Müslümanlar Buldu!




İslam matematik bilgisinin Batı'ya yayılmasından önce Avrupa kültürü o kadar iptidaidir(ilkeldir) ki,bir rakam sisteminden bile mahrumdur.


Profesör Risler'in "La Civilisation Arabe" adı ile 1955'te yayınlanan eserinin 161-162'nci sayfalarında bir İslam icadı olan sıfırın keşfi işte şöyle izah edilir;"Herhalde hiç tereddüde kapılmadan d...enilebilirki sıfırın icadı insan ırkının en büyük keşiflerinden biridir."

Aynı eserin 161'nci sayfasında rakam sisteminin en zaruri(zorunlu) esası olan sıfırın bir İslam icadı olduğu da şöyle anlatılır:

"...eski insanlar hep parmaklarıyla sayı saydıkları için, Batı aleminde hesap ilmi İbn-i Ahmed'in sıfırı keşfinden ikiyüz elli yıl sonra sıfır kullanıncaya kadar inkişaf edememiştir(gelişememiştir)."

Profesör E.F.Gautier,1955'te yayınlanan "Moeurs et coutumes des Musulmans" adındaki eserinin 238'inci sayfasında şu kesin hükmünü vermektedir:

"Hiçbir itiraza imkan yoktur; her ne kadar Öklid'in ismi büyükse de, bizim rönesansımızın matematik hocaları Yunanlılar değil, Müslümanlardır."


İslam matematik bilgisinin Batıya yayılmasından önce Avrupa Kültürü bir rakam sisteminden bile mahrumdu.
Eski Yunan-Latin Kültürü rakamsız olduğundan sayılar rakamla değil harfle anlatılmıştır. Roma rakamlarında her sayı bir harfle ifade edilir.

Mesela bir (I) harfi "bir" adedini, (V) harfi "beş" adedini, (X) harfi "on" adedini ve (C) harfi de "Yüz" adedini gösterir!

Fakat, bu sistemde en zorunlu rakam olan "sıfır" yoktur. Sıfırsız Roma rakamları ile de matematik ilimler kurulmayacağı doğaldır.

27 Nisan 2011 Çarşamba

Milyonlarca Müslümanın İmanları Tehlike Altındadır!

Milyonlarca Müslümanın İmanları Tehlike Altındadır! Vatikan Boş Durmuyor..
Fethullah Gülen eli ile Dinler Arası Diyalog maskesi altında kurulan tuzaklar devam ediyor..

İslam dininin sabiteleri (değişmez hükümleri ve değerleri) vardır. Bunlardan biri de İslam'ın değişmezliği prensibidir.

İslam'da reform, değişiklik, yenilik olmaz, yapılamaz. Böyle bir şey İslam'ı tahrif etmek demektir.

Siyonistler, Haçlılar, Kriptolar büyük paralar ve gayretler harcayarak İslam'da yenilik, reform, değişiklik yapılmasını istiyor.

Ortaya yeni hükümler, yeni değerler çıkartıyorlar.

Kur'ana, Sünnete ve on dört asırlık icma-i ümmete göre, Allah katında tek hak din İslam'dır. Onlar bunu değiştirmek ve yerine "Yahudilik ve Hıristiyanlık da haktır" hükmünü getirmek istiyorlar.

İslam, zuhurundan bu yana tek "İbrahimi dindir". Onlar bunu da değiştirmek, yerine "Üç ibrahimi din vardır" inancını ve hükmünü koymak istiyorlar.

İslam dininin ana hükümlerinden biri şudur: Bir insan Hz. Peygamber'in (Salat ve selam olsun ona) davetini ve tebliğini duymuşsa, bu daveti red, tekzib ve inkar ettiği takdirde ehl-i necat ve ehl-i Cennet olmaz. Siyonistlerin ve Haçlıların safında yer alan reformcular, değişimciler, yenilikçiler ise bunun tam tersini söylüyor, "Ehl-i Kitab da ehl-i necat ve ehl-i Cennet'tir" yeni inancını ortaya koyuyor.

Bugün İslam dininin saflığı tehdit eden büyük tehlikelerden biri de dinde yenilik, dinde değişim, dinde reform hareketidir.

Ülkeleri Titreten Adam Bu mu? Bir Başka Açıdan Napolyon...

Ülkeleri Titreten Adam Bu mu? Bir Başka Açıdan Napolyon...

Saint –Helena’daki, uzandığı kirli şiltenin üzerinde kıvranmaktaydı. Büyük acı çektiği belliydi. Boğulurcasına öksürüyor, nöbet geçince de inleyip acı ile bağırıyordu. Bulunduğu oda oldukça loştu. İçeriye, tavana yakın bir yerde bulunan demir parmaklı küçücük bir hücreden belli belirsiz bir ışık sızıyordu. Odanın demir kapısının üst kısmında da demir parmaklıklı bir demir vardı.

Mahkûmun inlemelerinin arttığını gören kapıdaki İngiliz askeri, kapı deliğinden içeri bir göz attı. Kıvranıp bükülen mahkûm, bir yumak olmuştu. Nöbetçi, saçı sakalına karışmış, elbiseleri yer yer yırtılmış mahkûmu uzun uzun süzdü “Ülkeleri titreten adam bu mu?” diye düşündü.

Son derece hırslı, gururlu, şan, şöhret düşkünü adam ne hale gelmişti. Sağ eli yeleğinin cebinde mağrurane duruşuyla, süslü apoletleriyle bütün Avrupa’yı hatta dünyayı kendisi ile meşgul eden adam, şimdi iki büklüm yatıyordu. Üzerinde ne imparator elbisesi, ne de harp meydanında giydiği apoletli, altın sırmalı elbisesi vardı….

Nöbetçi, mahkûmun feryatlarının arttığını görünce kapıyı açtı, gidip başını kaldırdı. Mahkûmun yalvarırcasına kendisine baktığını görünce bir an durakladı. Ne yapmalıydı?.. Kucağındaki adam kendileriyle savaşmıştı. Düşmanlarıydı. Kendi haline mi bırakmalı yoksa bir doktor mu çağırmalıydı?... “En iyisi kumandana söyleyeyim” dedi kendi kendine..Mahkûmun iyice küçülmüş vücudunu yatağa bıraktı. Meşhur mahkûmun son halini gören nöbetçi düşünüyordu. Şimdi kendisine yalvarırcasına bakan bu adam, şöhret merdivenlerinin en üstüne tırmanmış birisiydi. Teğmenlikten generalliğe oradan da imparatorluğa yükselmişti. Bu hızlı tırmanış esnasında kazandığı unvanların çoğunu da kendi kendisine vermişti ama o duruma gelinceye kadar da neler yapmamıştı ki?

Fransız devrimi esnasında, Korsika’daki faaliyetleri ile ismini duyurmaya başlamış, o tarihten itibaren zaman zaman zirveye çıkıp inmişti.

Avusturya’ya karşı çarpışan İtalya ordusunun başına geçmiş, Venedik devletini ortadan kaldırmış, nerede daha hızlı yükseleceğine inanmışsa, oraya gitmekten çekinmemişti.

Bu hırslı adam gözünü Osmanlı topraklarına da dikmişti. Ancak Akka’da yediği şamar bütün planlarını alt üst etmişti. Cezzar Ahmet Paşa’nın kumandası altındaki bir avuç Osmanlı askeri koca Fransız ordusunu perişan etmişti.

Adnan Menderes Sabetaycı Yahudi Bir Aileye Mensuptu!

Adnan Menderes Sabetaycı Yahudi Bir Aileye Mensuptu!

ADNAN Menderes'in eşi Berrin hanımın, meşhur Dr. Nazım beyin yeğeni olduğunu biliyoruz.
Dr. Nazım, ünlü ve ileri gelen Sabataycılardandır, İttihadçıdır ve İzmir suikasti hadisesinde idam edilmiştir.
Bilindiği gibi Sabataycılar üç büyük kabileye ayrılır ve bunların araları hiç iyi değildir; hattâ zaman zaman aralarında dehşetli kapışmalar, hesaplaşmalar olmaktadır. İzmir suikastinde mağdur olup okka altına giren Sabataycılar, Karakaşlara mensuptur; onları ezenler de Kapancıdır. 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra da böyle olmuştur.

Peki Sabataycı aşiretler niçin kendi aralarında bu kadar şiddetle çekişiyordu? Bu savaşın ardında büyük menfaatler, ikbal hırsları bulunmaktadır. İslâm tarihine bakınız, Müslümanın Müslümana yaptığını gâvur yapmamıştır. Sünnilerle Şiiler arasında asırlar süren kanlı savaşlarda nice şehirler yıkılmış, ülkeler tahrip edilmiş, kesilen kellelerden tepeler yapılmıştır.

Sabataycıların Yakubiler kolu, Kapancılara karşı Karakaşları desteklemektedir. Son birkaç yılda Türkiye Sabataycıları içinde, kapalı kapılar ardında hayli gizli ve çetin müzakereler yapıldı, üç aşiretin ileri gelenleri anlaşmaya, uzlaşmaya çalıştılar, lakin anlaşamadılar. İsmini vermek istemediğim bir Sabataycının Cumhurbaşkanı seçilmesi isteniyordu. ABD dışişleri bakanı Madamın da desteği alınmıştı. Lakin birbirine rakip ve hasım üç dönme aşiretinin kurmayları bu hususta bir türlü uzlaşamadılar. Sabataycı aday dışarıdan da baltalandı ve ülkenin başına geçme hayalleri söndü.

Gelelim Berrin hanım ile Adnan beyin durumuna. Adnan Menderes aile içi bir izdivaç yapmıştır; Evliyazadeler ailesindendir; hanımı da aynı aileye mensuptur. İzmir suikastinde asılan Maliye nazırı Cavid bey Sabataycıların en mutaassıp kolu olan Karakaşlara mensuptur. Dr. Nazım bey de Karakaşlar'dan Berrin hanım ve Adnan Bey de... Bir bomba daha: 27 Mayıs darbesinden sonra asılan dışişleri bakanı Fatin Rüştü Zorlu da... Asılanlar Karakaş, asılmalarına yol açanlar Kapancı...

Kendi Kurduğu Medresede İmtihana Giren Fatih...

Kendi Kurduğu Medresede İmtihana Giren Fatih Sultan Mehmed

Fâtih Sultan Mehmed ele geçirdiği beldeleri kendi hâline bırakmıyarak, imârına çalıştı. İstanbul’un fethinden sonra, Edirne’ye geri dönerken oğlu Bayezid’e bir saray yapılmasını emretti. Daha sonra 1456’da Eyyûb Sultan Câmii, türbesi, medrese, imâret ve hamam yapıldı. Sekiz kilise medrese hâline getirildi. 1470 senesinde kendi ismine yaptırdığı câminin etrafında meşhur Sahn-ı semân medreselerini kurdu. Medreselerin açıldığı sıralarda koca Fâtih, külliyede kendisine de bir oda ayrılmasını istedi. Fakat müderrisler bu isteğe karşı; “Siz külliyenin kurucususunuz, ama önce imtihana girin, dânişmend (asistan) olun, tercih ettiğiniz ilim şubesinde tez yapın, eser verin, sonra müderrisliğe(profesörlüğe) erişin; ancak ilim ocağında bu şekilde makamınız olur” dediler. Bunun üzerine müderrislerin koştukları şartı gerçekleştirdikten sonra Sahn-ı semânda oda sahibi olabildi.

Türklerin tarih boyunca yuttukları en büyük zoka ve Munis Tekinalp (Moiz Kohen)

Türklerin tarih boyunca yuttukları en büyük zoka ve Munis Tekinalp (Moiz Kohen)

[Munis Tekinalp takma adını kullanan ve bu isimle Türk Milliyetçiliğinin kurucularından olan, Ziya Gökalp gibi diğer Türkçü ideolojinin önde gelen isimlerini de etkileyen ama aslında adı Moiz Kohen olan ve özünde Yahudi olan bu kişi her yönü ile incelenmeli kurmak istediği/kurduğu tuzaklar bertaraf edilmelidir. Neden safkan bir Yahudi olmasına rağmen en ileri Türkçülük davasını gütmüştür? Neden takma ad kullanmış ve seçtiği takma ismi buram buram Oğuz Türklüğü kokan Tekin Alp olarak seçmiştir? Osmanlı’yı yıkmak, onun din-ümmed birliğini bozup parçalamak isteyen dünya Yahudiliği her ırka kendinin üstün olduğu fikrini aşılamak için özel elemanlar mı yetiştirmiştir?]



**********



TÜRKLERİN tarih boyunca yuttukları en büyük zoka, Tekin Alp takma adlı Moiz Kohen Yahudisinin uydurduğu Moizî milliyetçilik ve Türkçülük ideolojisi olmuştur.



Dikkat buyurunuz, bendeniz Moizî ideolojiyi hedef ve konu alıyorum. Dini bütün milliyetçiler ve Türkçüler üzerlerine alınmasınlar. İstiklâl Mücadelesini İslâmî bayrak altında yapanlar, Cumhuriyet kurulduktan sonra Dine sırt çevirdiler, İslâm'ı dışladılar ve Moiz Kohen'in (Pardon Tekin Alp'in) zehirli ideolojisini benimsediler. Böylece ebediyete kadar yaşayacak bir rejim kurduklarını sanıyorlardı.



Heyhat!.. 87'inci kuruluş yıldönümünde temellerden korkunç çatırtılar geliyor. 1299'da kurulduğunu kabul edersek Osmanlı Devleti-i Aliyyesi 623 sene yaşamıştı. Kitaplarından birindeki bir bölüme hangi başlığı koymuştu Moiz Kohen Tekin Alp?.. "Kahr Olsun Şeriat" diye haykırmamış mıydı?



Türkler, Osmanlı bayrağı altında 600 küsur sene Şeriat-ı Garra-i Ahmediyye uğrunda cihad etmişler, kanlarını i'lâ-i kelimetullah için dökmüşlerdi. Moiz Kohen Tekin Alp bu altı asırlık kutsal geleneği yıkmak, yerine kendi icadı batırıcı ve yakıcı bir ideolojiyi yeni bir din gibi ikame etmek istiyordu.



Moiz Kohen hayli başarılı oldu ama onun zokasını yutan Türkler bu ideolojiden çok zarar gördüler. İslâm'ın zuhurundan bu yana Türkler Din-i Mübin-i İslâm'a hizmet ettikleri müddetçe zafer, izzet, tevfik, şeref bulmuşlardır. İçlerinden bazı beyinsizler ne zaman İslâm'a ihanet etmişlerse zelil, rezil ve sefil olmuşlardır. Tarih bu dediklerimin şahididir, başka şahit gerekmez.



Birkaç nâdir kalem dışında kimsenin üzerinde durmadığı esrarlı bir konu var: Lozan'ın gizli protokolleri... İşte Türk'ün beli bu protokollerle kırılmıştır, Türkiye'nin bağrında bu protokollerle derin ve onulmaz bir yara açılmıştır.

Herkes meşru sınırlar ve boyutlar içinde milletini, soydaşlarını sever ve onların iyiliği için çalışır ama Moiz Kohen'in kendine mahsus milliyetçiliği ve Türkçülüğü bambaşka bir ideoloji idi. O, Türkleri İslâm'dan kopartmak istiyordu.



Bir kısım Türkler gerek lâiklik, gerek sekülerleşme, gerekse cahillik yüzünden İslâm'dan koptular ama kıyametleri de koptu.



Türk ülkelerinden Özbekistan'ı ele alalım: Orada, Marksist-Leninist zulüm rejimi bile Özbekleri, Türkiye Türklerini bizdeki resmî ideolojinin bozduğu kadar bozamamıştır. İslâm'ın ilk asrında Ümmet-i Muhammed'i, Yahudi dönmesi İbn Sebe'nin fitne ve fesatları perişan etmiştir. Kıyamet'in yaklaştığı şu devirde de, Türkiye Müslümanlarını Moiz Kohen Tekin Alp'in fitneleri perişan etmiştir.



Sekülerleşe sekülerleşe Müslümanlıkları ism ve resmden ibaret kalmış olan bugünün İslâmcıları özlerine dönüp gerçek faziletli Cumhuriyeti ayakta tutabilecekler mi?



Durum pek parlak görülmüyor... Yolcu sarhoş, hancı sarhoş... Devlet korkunç zelzeleler, krizler içinde sarsılıyor...Terör yangını bacayı sarmış... Terörist başı İmralı cezire-i humayunundan tebaasına sere serpe emir ve talimat veriyor... Edebî, zengin, yazılı Türkçe can çekişiyor... Yeni nesiller, atalarının mezarlarındaki Türkçe kitabeleri okuyamayacak kadar kara cahil... Kokuşma yaygın, yoğun, ve genel... Bedevî ve kırsal kesim kültürü hükümran olmuş... Ülkede kirlenmedik kurum kalmamış... Devleti, halkı, ülkeyi ayakta tutan değerler yürürlükten kalkmış...



Hedonizmin ve materyalizmin en bayağısı, en süflîsi, en çirkin hayat felsefesi halini almış... Acaba 2012'ye kadar dayanır mı dersiniz?

Mehmet Şevket Eygi
Gazeteci-Yazar

Türkçülüğün Fikir Babası Kürd Oğlu Kürddü... Ziya Gökalp...

Türkçülüğün Fikir Babası Kürd Oğlu Kürddü... Ziya Gökalp...

Diyarbakırlıydı. Anne tarafından da, baba tarafından da Kürt oğlu Kürttü. Gerçek adı Mehmet Ziya idi. Önceleri Müslüman gibiydi.. Kürtçenin gramerini yazdı.. Sonraları hep yanlış isimlerle bir arada oldu… İsminin başındaki Mehmet’i kaldırdı. Sadece Ziya Gökalp oldu. Sonra dinsiz bir milliyetçiliği savunmaya başladı.. Yanlış anlaşılmasın, Kürt milliyetçiliği değildi bu yaptığı… Ana – baba Kürt olan bu kişi artık en sivri Türk milliyetçilerinden biriydi.. Kürtçenin gramerini yazmış bu kişi artık Türkçenin gramerini yazacaktı..

Yaşarken sergilediği bu zikzakları görüp kendisini eleştirenlere karşı; “"Sosyolojik çalışmalarımdan öğrendim ki milliyet, eğitime dayalıdır" kılıfını bulacaktı.

Liseden ayrıldıktan sonra amcasından Arapça ve Farsça dersleri aldı. Tasavvufla ilgilendi. Fransızca öğrenmeye başladı. Diyarbakır’daki kolera salgını nedeniyle bu şehirde görevlendirilen Doktor Abdullah Cevdet Bey ile tanıştı, fikirlerinden etkilendi. Abdullah Cevdet dinsizliği ve din düşmanlığı ile tanınmış, Türk ırkını ıslah etmek için “Avrupa’dan damızlık erkek getirilmesini” teklif edecek kadar ayarını şaşırmıştı.. Nitekim, öldüğünde, Abdullah Cevdet’in Ayasofya Camii’ne getirilen cenazesi için cenaze namazını kimse kılmamıştı ve cenazesi Fener Patriğinin cenaze arabasıyla taşınmıştı..

Ekonomik sıkıntılar yüzünden öğrenimine devam etmek için İstanbul’a gidememesi, ailesinin evlenmesi için baskı yapması, İnançlı insanların arasında doğmuş ve büyümüş olmasına rağmen sonra hep dinsiz isimlerle bir araya gelip onlardan etkilenmiş olması gibi nedenler 18 yaşındaki Mehmet Ziya’yı intihara sürükledi. Kafasına sıktığı kurşun, güç koşullar altında yapılan morfinsiz bir ameliyatla çıkarıldı. Ameliyatı gerçekleştiren Dr. Abdullah Cevdet Bey ve Diyarbakır’da bulunan genç bir Rus operatördü. İntihar girişiminden sonra kendisini tekrar okumaya verdi. Özgürlüğe düşman olanlara çatan pek çok şiir yazdı.
1896'da , Erzincan Askeri Lisesi’nde öğrenci olan kardeşi Nihat sayesinde Harp Okulu öğrencileri ile birlikte İstanbul'a giden Gökalp, ücretsiz olduğu için Baytar Mektebi'ne kaydını yaptırdı. Buradaki öğrenimi sırasında ülkedeki özgürlük hareketine katılmış insanlarla tanışmak için gayret gösterdi; İbrahim Temo ve İshak Sükûti ile görüştü. Türklerden etkilendi. İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne katıldı. “Yasak yayınları okumak ve muhalif derneklere üye olmak” nedeniyle 1898’de tutuklandı. Bir yıl cezaevinde kaldı.

Örnek değil İbrettir O... Ölürken Allah'a Küfür Ediyordu.. Ziya Gökalp...

Örnek değil İbrettir O... Ölürken Allah'a Küfür Ediyordu.. Ziya Gökalp...


“Başında kuzunun bulunduğu aslanlar ordusu aslında kuzular ordusudur” demiş bir düşünür…
Yaklaşık bir buçuk asırdır milletimize, aslan postu giydirilmiş kuzular, büyük önder, büyük mütefekkir, büyük siyasetçi ve devlet adamı olarak tanıtıldılar…
Bunları büyük bilip aldanan milletimizin aslanca duruşu ve mücadeleleri de tesirsiz, sonuçsuz bırakıldı…
İşte son asırda ülkemizdeki vatanseverlere, milliyetçilere, dindarlara, bir ülküsü olanlara çok büyük bir aslan gibi sunulan Ziya Gökalp de aslında bu kuzulardan biriydi..
Bakın gerçekte bize tanıtılanın aksine nasıl bir Ziya Gökalp yaşadı;
---



Ziya Gökalp Fransız Hastanesine yatırıldığında bitkin bir vaziyetteydi. Yataktan kımıldayamıyordu.


Gökalp’ın hastalığı ağırlaştıkça asabiliği de artıyordu. En ufak bir hadiseye öfkeleniyor, bağırıp çağırıyordu. Öldüğü gece de başını duvardan duvara çarpmıştı.

Ziya Gökalp’ın öldüğü geceyi Necip Fazıl şu şekilde naklediyor;


“Ziya Gökalp’ın Allah’ a karşı tavrına ait bir müşahede(gözlem)…

Tarihin ve kimsenin bilmediği bir hadise… Benim kırk yıllık bir hatıram…

Bundan kırk küsur yıl önce, Abdülhak Hamid’in evinde bir hanımefendiyel tanıştım. Bu hanımefendi, ömrü Avrupa’da geçmiş, ne Ziya Gökalp’ı tanıyan, ne Türkiye’yi, Türk Edebiyatını bilen, züppe, Avrupalılaşmış bir kimse… Kimsenin kastla, ne lehinde olabilir, ne aleyhinde..

Ben Abdülhak Hamit’e, Ziya Gökalp’ın dinsizliğinden bahsederken birden doğruldu ve aynen şunları söyledi…

“İstanbul’a gelişlerimden birinde hastalandım ve Fransız hastanesine yattım. Bitişiğimdeki odadan garip sesler geliyordu.Kim olduğunu, bu sesleri çıkaran hastanın kim ve ne olduğunu sordum. Meşhur Ziya Gökalp, dediler. Mebusmuş(milletvekili). Profesörmüş…ismini bile yeni duyuyordum. Öldüğü gece, başını duvarlara çarparak, SABAHA KADAR ALLAH’A EN GALİZ(AĞIR) KELİMELERLE SÖVDÜ… O kadar fena oldum ki bu hal karşısında odamdan çıkıp başka bir yere sığındım. Öğrendiğime göre Allah’ a inanmazmış…”

Hem Allah’a inanma.Hem ona söv!

26 Nisan 2011 Salı

SONSUZA DEK YAŞAMAK: U-276

SONSUZA DEK YAŞAMAK: U-276

Yıl 1993.

San Francisco’da, Beyin Tümorleri Araştırma Merkezi’nin 2’inci katında, laboratuarda oturuyorum.

Elimde, flask tabir edilen, orta büyüklükte ciltli bir kitap boyutunda, dikdörtgenimsi şeffaf kutucukta, pembe bir sıvı içinde U276 kodlu, insan beyninden alınmış canlı tümor hücreleri var.

Kitap rafından, etiketinde U276 yazılı geniş klasörü alıyorum. İçindeki formda, elimde tuttuğum canlı insan hücrelerinin, yaklaşık 13 yıl önce habis beyin tümörü ameliyatı yapılan ve 5 ay kadar yaşadıktan sonra ölen 65 yaşlarındaki bir hastaya ait olduğu yazılı.

1993 yılında, araştırma laboratuarında, elimde canlı insan hücreleri flaskı ve o tarihten 13 yıl önce ölmüş bu insanı düşünüyorum..

Bir cenaze evinde gayet güzel bir tören yapıldığını, sevenlerinin üzüntü içinde taziyeye geldiklerini, yakınlarının toplumsal gelenek ve göreneklerin gerektirdiği seromonileri tamamlayıp, son görevlerini yapmanın verdiği huzur içinde kendisini toprağa verdiklerini yada yakıldıktan sonra küllerini bir kavanozda sakladıklarını hayal ediyorum.

Ama ölümünden 13 yıl geçtikten sonra bile, hala o insana ait, onun DNA’sını taşıyan hücrelerin canlı olması bana inanılmaz geliyor.

Artık 2011 yılındayız. Ve geçen gün önemli bir beyin cerrahisi dergisinin yeni sayısında bir bilimsel araştırmanın sonuçlarını okurken, söz konusu incelemelerin U 276 doku kültüründe yapıldığına ait kaydı görüyorum.

Benim eski dostumun beyin hücreleri aradan 18 yıl, ölümünden 31 yıla yakın bir sure geçtiği halde bir kutucuğun içinde şuursuz, bedensiz, organsız, ruhsuz bir şekilde ama hala yaşıyor.

Nedir bu 23 Nisan ve Andımız? Kimdir Bu Reşit Galip Baydur?

Nedir bu 23 Nisan ve Andımız? Kimdir Bu Reşit Galip Baydur?


Şu bizim başımızın derdi anlı şanlı “Andımız”, hani şu “Orduya sadakat onurumuzdur” geleneği, toplumu devlete ve rejime bağlılık andı içmeye mecbur bırakan uygulama da bu bayramın hatırası..

Cumhurbaşkanı, Başbakan, Meclis Başkanı’nın çocukları kabulü de 1933 23 Nisan’ında Mustafa Kamal’ın başlattığı bir gelenek.. Andımız’ı Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip (Baydur) Bey kaleme aldı. Rodoslu, Fransızcayı Rodos’ta Sen Sabastiyan Şovalyeleri’nin okulunda Saint Sabestian Babtist Collage’de öğrenen, eski İttihatçı, Şeyh Sait’i astıran İstiklal Mahkemesi’nin hukukçu olmayan üyesi. Mustafa Kamal’a kendi ifadesi ile “Tapınırcasına bir iman, sevgi, saygı ve tazimle” bağlıdır. Bu adam aynı zamanda Milli Eğitimde örtünme yasağını ilk getiren adamdır. Bu And da onun eseri. TDK, TTK, Halkevleri ve Türk Ocaklarının şekillenmesinde büyük emeği geçmiş bir isim.. Resmi dil, Resmi Tarih ve Resmi ideolojide onun emeği büyük. Türk-Yunan Mübadele Komisyonu’nda çalıştı. Onun hazırladığı bu and İlk kez 1933 yılında okundu. Türküm, doğruyum, çalışkanım.. 67 yıl olmuş! Çocuk Şenliği böylece devletleştirildi. 1935’teki yasa değişikliğinde çocuk bayramından hiç söz edilmedi. Yalnız resmî ismi konmamış olsa da, Milli Hâkimiyet Bayramı’nın yanında “23 Nisan Çocuk Bayramı”, devlet ve toplum örgütlerinin ortaklaşa hazırladığı programlarla kutlanmaya devam edildi.

"Müslüman İseviler" iddiası ve kavramı bir TUZAKTIR...

Said-i Nursi'nin "Müslüman İseviler" iddiası ve kavramı bir TUZAKTIR...

Sual: (Hazret-i İsa, kıyamete yakın yeryüzüne inecek, teslis inancını kaldıracak, hakiki Hıristiyanlığı getirecek, Hıristiyanlıkla İslamiyet’i yaklaştıracak, böylece İsevi Müslümanlar ortaya çıkacaktır) deniyor. İsevi Müslüman olur mu? Yani ahir zamanda, iki dinli insanlar mı çıkacak?
CEVAP
Hayır, İsevi Müslüman veya Müslüman İsevi olamaz!

Sütlü idrar veya idrarlı süt denmez, ikisi de necistir. Bu ifade, Müşrik Müslüman veya Temiz necaset yahut Namuslu fahişe tabirine benziyor. Bunlardan biri kötü ise, ötekini de kötü eder. Biri necis ise veya kâfir ise ikisi de, aynı hükme girer.

Kâfirlik kelime oyunlarıyla gizlenmeye çalışılıyor. Süte idrar karıştırınca, bunu İdrarlı süt diye övmekle, İsevi Müslüman demek arasında ne fark vardır ki?

Bir Hıristiyan, İsevi Müslümanım veya Müslüman İsevi’yim demekle Müslüman olmuş olmaz. Dinine, putuna zarar vermez, dinden çıkmış olmaz. Yani bir gayrimüslim, ben Müslümanım dese de Müslüman olmuş olmaz. Fakat bir Müslüman şakadan bile, ben Hıristiyanım dese, onun kâfir olacağı fıkıh kitaplarında yazılıdır. Yani, Müslüman İsevi’yim diyen, kâfir olduğu gibi, Müslüman Musevi’yim diyen de kâfir olur.

Kalbime Öyle Geldi ki, Bana Malum Oldu ki ve Said Nursi

Kalbime Öyle Geldi ki, Bana Malum Oldu ki ve Said Nursi

"Ben dahi risalelerde kalem oynatamıyorken" mealinde bir sözü kullanmış Said Nursi..

Ayrıca pek çok sözüne delil olarak da Ayet ve Hadisleri ve geçmiş Ehli Sünnet ulemasının eserlerini değil de "Kalbime öyle geldi ki" ve “kalbime ihtar edildi ki” şeklinde kelimeleri kullanmış.

Kalbe gelen ilhamlar şeytandan da olabilir, nefsi de olabilir.
Kalbe gelen ilhamlar da, görülen rüyalar da asla ilmi bir delil kabul edilemez.
Hiç bir gerçek alimin bunları delil diye açıkladığını, yazdığını göremezsiniz...

Yani, bir kişinin ilmi bir mesele hakkında "Ben rüyamda da şöyle gördüm" demesi veya "Kalbime de şöyle geldi" demesi hiç bir Müslümanı bağlamaz. Aklı selim hiç bir samimi Müslüman bu üslubu kullanarak açıklama yapanlara itibar etmez.

Elbetteki Allahü teala sevdiği kullarının kalbine ilham edebilir ve onlara rüya aleminde bir takım hakikatleri bildirebilir ama bu sadece o kişi için delildir. Böyle fazıl, salih kimseler dahi meseleleri izah ederken Kur'an ayetlerine ve Sahih hadislere dayanmalıdır.

Şu alemde her devirde bir tane olan "Kutbul aktab " denilen ve "Varisi Rasul" olan, peygamber varisi olan ulema, evliya zat dahi, her hangi bir ilmi meseleyi Kur'an ve Sünnetten delilleri ile açıklamak zorundadır ve bu zatlar 1400 küsür senedir hep böyle yapmışlardır. Hiç bir zaman rüyalarını ve kalbe gelen manaları, ilhamları delil olarak göstermemişlerdir.

Bu hususta gerçek ehl-i sünnet alimlerinin çok ikazları olmuştur. İkinci bin yılın Müceddidi olan İmam-ı Rabbani (k.s.) da Mektubat isimli eserinde bu konuda bütün Müslümanları uyarmıştır.

Öyle ya ben nereden bilebilirim ki senin kalbine öyle gelip gelmediğini ve geldiyse bunun gerçekten Allah tarafından mı ilham edildiğini yoksa şeytani bir vesvese mi olduğunu?

Bu gözle bakıldığında “Yüzde doksanı kalbe geldiği iddia edilen ilhamlara dayanan Risale-i Nurlar İlahi kitap, Said Nursi’de İlahi vahye muhatap olan bir Mesih(kurtarıcı peygamber) mi yapılmak istenmiştir, bu gün onun bağlılarının apaçık ayetleri inkar ederek Hristiyanları bu derece sevmesi, dost ilan etmesi, Cennetlik ilan etmesi, Müslüman İseviler demesi ve Risaleleri Kur’an’ın önüne koymaları, Kur’an’ı ikinci plana atmaları da bu planın parçalarından mıdır?” sorusu ister istemez akılları kurcalamaktadır.

Bakın tasavvuf erbabı İlham meselesinde neler demişler;

“Seyr-i sülûk esnasında insan çeşitli aşamalar kat eder. Bu aşamaların en tehlikelilerinden biri de nefs-i mülheme makâmıdır. Bu makamda bulunan kişi ilhâma mazhar olmuştur, ancak kalbine gelen bu ilhâmlar Rabbânî olabileceği gibi şeytânî de olabilir. Kişi bunları tek başına ayırt edemez ve şeytandan gelen fısıltılara aldanabilir. Bu noktada bir mürşidin kılavuzluğuna başvurmak gerekir. Kişi bu sayede şeytanın oyuncağı olmaktan kurtulur.”

Peki Said Nursi’nin böyle bir tehlike halinde yardım alabileceği mürşidi kim? Tabii ki kimse… Daha, zahiri (akli) ilimlerde üstadları Cemaleddin Afgani ve Muhammed Abduh gibi Masonlar olan Said Nursi’nin zaten batında yani manevi anlamda bağlı olduğu bir mürşidi kamili veya devamı olduğu, kendisinin de bağlı olduğu bir silsilesi yok ki?



İLHAM'ın İslamdaki Kaynak Değeri ve Bağlayıcılığı Hakkında...

Bilgi edinme yollarının belirlenmesi, akidevî bir konu olduğundan akaid kitaplarında ele alınmış, bilgi edinme vasıtaları sıralanmıştır. İlhamın ise bunlardan olmadığı beyan edilmiştir:
Ömer Nesefî, Metnü’l-Akaid’de şöyle der:İlham, hak ehli olanlara göre, bir şeyin sıhhatini bilme konusunda ilim elde etme vasıtası değildir.
Pezdevî de, Ehl-i Sünnet Akaidi’nde ilim sebeplerini sıraladıktan sonra şunları söyler:İlhamla bilgi meydana gelmesine gelince: Bu nasıl olur?... İlhamla bilgi hâsıl olduğunu iddia edenin davası burhandan yoksundur. Eğer bir kimse: "Şu şeyin helâl olduğuna dair Allah Tealâ bana ilham ederek kalbimde bilgi hasıl oldu" derse, ona denecek şudur:
"Sen sözünde yalan söylüyorsun", ayrıca onun doğruluğunu gösteren bir delil yoktur. Aynı şekilde bir başkası da, bunun haram olduğunu Allah’ın kendisine ilham ettiğini söyleyebilir. O hâlde bu iki kişinin sözlerinden birini tercih için delil bulunmadığından, ikisi arasında anlaşmazlık vuku bulur ki, bu da fesada götürür.
Suiistimale açık olan ilham konusunu izah etmek, hak ilhamlar ile ilham diye yutturulmak istenen şatahat ve türrehatın arasını ayırmak, bunların farkını ortaya koymak gerekmektedir.

Kalbe gelen ilhamlar konusu başlı başına uzun bir ilmi meseledir. Lakin sabit olan şudur ki, Allah dostu olan gerçek velilere gelen Rabbani ilhamlar dahi diğer Müslümanlar için ilmi delil değildirler. Sadece o veli şahsı bağlar bu ilhamlar ve bu veliler bunları delil göstermezler, göstermediler…
Risale-i Nur’da bunun nasıl sui istimal edildiğine dair bir örnekle mevzumuzu tamamlayalım;

“Kur'anın nurundan gelen bir nur, ehl-i imana bir nokta-i istinad olacağını mana-yı işarî ile haber veriyor diye kalbime ihtar edildi. Ben de mecbur oldum, yazdım. Sonra baktım ki; manasının münasebeti bu asrımıza o kadar kuvvetlidir ki, hiç tevafuk emaresi olmasa da yine bu âyetler her asra baktığı gibi mana-yı işarî ile bizimle de konuşuyor kanaatım geldi.”
Asayı Musa 90, Birinci kısım, on birinci mesele,

İslam’ı Terörizm olarak göstermek isteyen bir ajandı O... Cemaleddin Afgani...

İslam’ı Terörizm olarak göstermek isteyen bir ajandı O... Cemaleddin Afgani...

İslam’da reformcuların öncüsü olarak Afgani, bir taraftan hadis, tefsir ve içtihad hükümlerini reddederken, diğer taraftan içtihadda ve tefsirde “anarşiyi” teklif etmektedir. Bunda da hayli mesafe kat ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Oryantalistlerin Afgani’ye sahip çıkmasında ve İslam toplumunun gerçek bir ideologu ve temsilcisi olarak görmesindeki ikinci ve belki daha mühim sebep ise, İslam Devlet ve cemiyetlerini Batı tecavüzü karşısında müdafaada kullandığı kışkırtıcı üslubudur.

Bu üslup sayesinde mağdur durumdaki halklar dünya kamuoyunda saldırgan, terörist, barışı bozan durumuna gelmiş, İslam ile terörizm özdeşleştirilir olmuştur. Bu kışkırtıcı üslup sayesinde hem sömürgeci ülkelere milletler arası hukuk açısından serbest hareket edebilecekleri bir zemin verilmiş hem de yerli halkın mağduriyetinin sebep olduğu dinamizmin, siyasi, iktisadi, içtimai(sosyal), fikri, medeni ve kültürel bakımdan takviyeye yönelmesi önlenmiştir.

25 Nisan 2011 Pazartesi

Hepsini Aynı Güç Odakları Organize Etti / Ediyor...

Hepsini Aynı Güç Odakları Organize Etti / Ediyor...

Yakın tarihimiz ve günümüz sahte aktivistler, sahte alimler, siyasetçiler ve liderlerle dolu...

Osmanı Şeyhülislamının "Bir Mason veya komünist kadar tehlikelidir. İslam dinine zararından endişe edilir" dediği ve doğru düzgün hiç bir ilim tahsili ve icazeti olmayan dahası risaleleri ilmi hatalarla dolu olan kişi, müslümanlara
"Bediüzzaman" maskesi ile baş tacı ettiriliyor...

Meşru İslam halifesi ve veli padişah Abdülhamid Han'ın "Bir de ortaya Cemaleddin Efgani adında bir şarlatan çıktı. Araştırdım. İngilizlerin adamıydı" dediği ve Masonluğu-ajanlığı kesin delillerle ispat edilebilen Cemaleddin Afgani "En büyük İslam Aktivisti" olarak kabullendiriliyor...

Afgani'nin yetiştirdiği ve müslümanlara alim yetiştiren Mısır'daki El Ezher medresesine sızdırdığı, "Dinin başını dinin kılıcı ile kesiyorum" diyen Muhammed Abduh ise "Büyük Alim" olarak kabullendiriliyor...

İngiltere adına casusluk yaparak Meşru halife ve padişah olan Sultan Abdülhamid Han'ı tahtan indirmek niyetiyle darbe teşebbüsü yapan ve 39 yaşında iken bu darbe teşebbüsü sırasında öldürülen Ali Suavi'nin biz Müslümanlara "Müçtehid" olarak tanıtılmasına ne denilebilir bilmiyoruz?

İslam dininde olmayan demokrasi, laiklik, meşrutiyet gibi kavramları alenen savunan Ali Suavi'yi Said, Nursi'nin "üstad" kabul etmesi de çok manidar değil mi?

Peki geçmişte bunları sahneye sürüp şimdi ise Dinler arası diyalog ihaneti ve BOP(Büyük Ortadoğu Projesi) kapsamında hain din adamı, siyasi lider ve fikir adamlarını kim organize ediyor?

Kim destekliyor? Kim finanse ediyor? Kim yükseltiyor?

Cevabı tarih bilenler açısından çok basit; SİYONİZM....

ADL, JDL, CFR, Bilderberg, B'nai B'riht ve diğer örgütlenmeleri ile dünya üzerinde gayri Yahudi tüm inanışların temsilcilerinin içine sahte kurtarıcılar, hain liderler, satılık kalemşörler yerleştiriyorlar...

UYANIK MIYIZ?

Dinler Arası Diyalog Tuzağını Başlatan Said Nursi mi?

Dinler Arası Diyalog Tuzağını Başlatan Said Nursi mi?



Dinler Arası Diyalog Tuzağını Başlatan Said Nursi mi?

"Müslüman İseviler" tabiri Said Nursi'nin uydurduğu bir kelime oyunudur.

Şu anda yaşayan tek bir İSEVİ yani İsa peygamberin dinine tabi olan kişi yok ki bir de bunlar zamanımızda veya ileri de Müslüman İseviler olsunlar?

Varsayalım ki İsevilik bozulup Hristiyanlığa dönüşmedi ve aslı duruyor olsun.. Yine bunlar Müslüman bilinemezler çünkü İsa peygamberin getirdiği hak kitap olan İNCİL in hükmü kalktı. Herkes Kuran'a ve Peygamberimize tabi olmak zorunda.. Peygamberimiz ashabına "Vallahi Musa gökten aranıza inse de siz beni bırakıp ona tabi olsanız dalalete sapmış olursunuz" buyurmuştur.

Sonra Kuran'ı ve peygamberimizi kabul etmeyen bu Hıristiyanlar ola ki hidayet bulup Kuran'a tabi olduklarında da bunlara Müslüman İseviler değil sadece Müslüman denir. İlla başka bir dinden İslam’a döndüklerine işaret edecek bir kelime kullanılacaksa Hristiyanlıktan ihtida eden (hidayet bulan) Müslümanlar denir.. Muhtedi denir.. Tarih boyunca böyle dendi, hidayet bulup İslam’la şereflenenlere…

Ama Said Nursi kelime oyunu yapıyor.. Zihin bulandırıyor... Sanki şu anda da yaşayan, Hristiyanlık aleminin yanlışlarından uzak, şirke düşmemiş, teslise inanmayan, İncil’in aslına tabi olan bir topluluk varmış manası uyandırıyor.. Zaten bağlıları arasında bu sözleri onlarca yıldır bu şekilde anlaşılıyor, bu şekilde kabul ediliyor..

"Avrupa'da bir topluluk var, bunlar İseviler. Ve Üstad onlar için ehli iman demiş.. İleride bunlarla ittifak edeceğiz" diyorlar, böyle kandırılıyorlar..

Sözde İslam Alimi, İngiltere İçin Darbe Yaparken Öldürüldü; Ali Suavi ve Çırağan Vak'ası

Sözde İslam Alimi, İngiltere İçin Darbe Yaparken Öldürüldü; Ali Suavi ve Çırağan Vak'ası


Sözde Din Adamı, ilk Laiklik ve Türkçülük Savunucularından olan Ali Suavi, 39 yaşındayken İngiltere adına Sultan Abdülhamid'e darbe teşebbüsünde iken Yedi Sekiz Hasan Paşa'nın vurduğu bir sopa darbesi ile katledilmişti...

Osmanlı hafiyeleri derhal evine koşup eşini tutuklamak ve evdeki evraklara el koymak istediyse de, Ali Suavi'nin İn...giliz eşi çoktan evdeki evrakları yakıp Marmara açıklarında bekleyen bir İngiliz gemisi ile kaçmıştı...

Sorun şu ki; böyle bir Ali Suavi'yi bize kimler "büyük" alim, mütefekkir, aktivist olarak tanıttılar?
Ya da Said Nursi bile neden onu üstad bildi?

***

ÇIRAĞAN VAK'ASI

Sultan İkinci Abdülhamîd Hanı tahttan indirip, Sultan Beşinci Murad’ı tekrar tahta geçirmek için yapılan baskın.

Sultan Abdülazîz Han zamânında yeni Osmanlılar cemiyetine giren Ali Suâvî, uzun bir müddet yurt dışında kaldı. Sonra memlekete dönüp, Galatasaray Lisesi Müdürlüğüne tâyin edildi. Mîzâc olarak meşhur olmaktan ve büyük mevkılere gelmekten çok hoşlanırdı. Her renge girerek çeşitli vazîfeler almayı denemiş, fakat başarısızlığı sebebiyle her seferinde vazîfesinden atılmıştı. Kendisi gibi, Sultan Abdülhamîd Han zamânında yükselmekten ümidini kesenler, onun etrâfında toplandılar. Düşünceleri; hastalığı sebebiyle tahttan indirilen Sultan Murâd’ı tekrar tahta geçirmekti. Filibeli muhâcirlerden etrâfına topladığı epeyce bir kalabalıkla 19 Mayıs 1878’de Çırağan Sarayına girmeyi başardı. Sultan Murâd bu sarayda olduğu için onu dışarıya çıkarmaya çalıştı. Bu sırada Beşiktaş’ın inzibat işleriyle görevli komutanı Mirliva Hasan Paşa topladığı askerlerle derhâl isyancıların üzerine yürüdü. Hasan Paşa, elindeki bastonu Ali Suâvî’nin başına vurarak onu öldürdü. İki taraf da silah kullanınca kan döküldü.

Silah sesleri Yıldız Sarayından duyulunca Sultan Abdülhamîd Han, Çırağan Sarayına asker sevk etti ve Sultan Murâd’ın kılına dokunulmamasını emretti. Ali Suâvî’nin adamlarından yirmi bir kişi ölüp, on yedi kişi yaralandı. Olay iki saat içerisinde bastırıldı.

Ali Suâvî’nin yalısında bulunan defter ve vesîkalar İngiliz olan hanımı tarafından yakıldığından, cemiyetine, hükûmet adamlarından kimlerin üye olduğu anlaşılamadı. Ancak saldırı sırasında sağ ele geçenler dîvân-ı harbe verilerek muhtelif cezâlara çarptırıldılar.

Selanik Yahudilerinin Cumhuriyet Döneminde Katlettiği Şehidimiz; Ali Şükrü Bey

Selanik Yahudilerinin Cumhuriyet Döneminde Katlettiği Şehidimiz; Ali Şükrü Bey


Sabetaycı kripto Selanik Yahudilerinin Cumhuriyet Döneminde planlarını bozması sebebi ile Katlettiği Şehidimiz; ALİ ŞÜKRÜ BEY...

Ali Şükrü Bey, (doğumu 1884 - ölümü 27 Mart 1923).

Trabzon mebusu olarak Son Osmanlı Meclisi Mebusanı (1920) üyeleri arasında yer almış, ardından TBMM 1. Dönem'de yine Trabzon milletvekilliği yapmış, Meclis'te İkinci Grup'un lideri olarak ön plana çıkmış, 1. Dönem içinde Mustafa Kemal'e olan muhalefeti nedeniyle Topal Osman tarafından öldürülmüş siyasetçidir.

Ali Şükrü, deniz yüzbaşı rütbesindeyken askerlikten istifa ederek siyasete atılmış, İttihat ve Terakki'ye muhalif bir çizgi izlemişti. İngilizlerce İstanbul'un işgalinden son Osmanlı Meclisi Mebusan'ının Misakı Milli kararını almasında rol oynamış, ardından Mustafa Kemal'in çağrısına uyarak Ankara'ya gelmişti.

Dini hassasiyetleri ve karşı çıktığı konularda sözünü sakınmamasıyla dikkati çeken Ali Şükrü, bu özellikleri dolayısıyla Mustafa Kemal'e muhalif milletvekillerinin çevresinde kümelendiği kişi oldu. Mustafa Kemal'in 'Hakimiyeti Milliye Gazetesi'ne karşılık 'Tan Gazetesi'nı neşretmeye başladı. İngilizceye hâkimiyeti sayesinde Ankara'nın izlediği siyasetin uluslararası alandaki yansımalarını dış basından takip ediyor, özellikle Lozan müzakerelerinin gidişatıyla ilgili olarak zaman zaman TBMM'ye verilen resmi bilgiyle dış kaynaklı haberler arasında çelişkileri gündeme getiriyordu. İsmet İnönü'nün Lozan'da, 'hariciyeci olmaması sebebiyle' acemice davrandığı, daha ötesi TBMM'nin verdiği yetki sınırlarının dışına çıkarak müzakereleri yürüttüğü kanısındaydı. Tuğgeneral İsmet Paşa'nın Balkanlarda kabul ettiği sınırların 1. Dünya Savaşı başladığındaki sınırların gerisinde olmasını ve Batı Trakya'nın Yunanistan'a verilmesini kabul etmiyor, Lozan müzakerelerine katılan heyetin, TBMM tarafından kabul edilen Misak-ı Milli hudutlarına uyması gerektiğini söylüyordu. Müzakerelerin kesilme ile sürme arasında kaldığı dönemde ortam iyice gerginleşmişti. Hatta Mustafa Kemal ve Ali Şükrü karşılıklı silah çekme noktasına gelmişlerdi. Nitekim TBMM çoğunluğunun Ali Şükrü'yü bu konuda desteklemesi neticesi Mustafa Kemal Paşa 1923 yılında 1. Meclisi fesh ederek 2. Meclis için seçimler yapılacağını belirtti.

Böyle bir ortamda, Mustafa Kemal'in korumalığını yapan Giresun Müfrezesi'nin reisi Topal Osman'ın adamlarınca Samanpazarı'nda birliğin kaldığı eve götürülmüş ve orada Topal Osman ve adamları tarafından öldürülmüştür. Ali Şükrü, Ankara yakınlarındaki Mühye köyünde geceyarısı gizlice gömülmüş, günler sonra bir çobanın ihbarıyla cesedi bulunmuştur. Sonraki günlerde Topal Osman hakkında Mustafa Kemal tarafından yakalama emri çıkartılmış, evi kuşatılmış, Osman ve adamlarının tamamı, bazıları beyaz bayrak çekip teslim olmak istemelerine rağmen, çıkan çatışmada öldürülmüşlerdir.

Ali Şükrü Bey cinayetiyle, yakın tarihin seyri değişti.

Bir Yahudi Ailesinin Türklük Serüveni; İpekçiler ve İsmail Cem

Bir Yahudi Ailesinin Türklük Serüveni; İpekçiler ve İsmail Cem


İSMAİL CEM DE GİZLİ YAHUDİLERDEN MİYDİ? KİM BU İPEKÇİLER?

İsmail Cem, gazetecilikten TRT Genel Müdürlüğü'ne SHP'den CHP'ye, DSP'den YTP'ye,
30 yıldır aktif siyasetin içinde yer almış önemli bir isim. Kültür Bakanlığı'nın yanı sıra,
beş yıl Türkiye'nin Dışişleri Bakanlığı'nı üstlendi.

İsmi, iki kez Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde gündeme geldi.

1970'lerde değiştiği soyadı 'İpekçi', çeşitli spekülatif tartışmalarda hep anıldı.
Babası, İhsan İpekçi, Türk sinamasının ilk otuz yılına damgasını vurdu.
Kuzeni Abdi İpekçi, Türk basınının en önemli aktörlerinden biri.

Mensubu olduğu 'İpekçi Ailesi", yapısı ve nitelikleri bakımından önemli bir fenomen.
1492’de Endülüs İslam Devleti yıkılınca oradaki Haçlı zulümlerinden kaçıp Osmanlıya sığınan ve Osmanlı’nın şefkat ve merhamet eli sayesinde yerleştirildiği Selanik şehrinde boş durmayan bir aile..

17. Yüzyılın ortalarında meydana çıkan sahte Mesih(kurtarıcı perygamber) Sabetay Sevi’ye tabi olup gerçekte öyle olmadıkları halde hem Türk hem de Müslüman gözükerek biz Müslümanların dünya üzerinde son kalan devleti Osmanlı’nın içinden sinsice yıkılmasına ve Cumhuriyet’in kurulmasına zemin hazırlayan bir aksiyonun büyük parçası bu aile…

Yeni devletin, Cumhuriyetin tam bir Yahudi cenneti şeklinde tesis edilmesindeki büyük amillerden biri olan bir aile bu…

Pek çok ünlü ismin yer aldığı İpekçi"ler, ticaret, finans, reklam, basın, siyaset, tiyatro,
sinema, müzik, edebiyat gibi alanlarda iz bırakan bir büyük ailedir.

Konu hakkında belgeli ve yakın tarihin anlaşılamaz taraflarına ışık tutan ilginç bilgiler “Selanik'ten İstanbul'a İpekçiler ve İsmail Cem” isimli kitapta bulunabilir..

Her Müslüman ve Türk evladının okumasını hararetle tavsiye ediyoruz…

Selanik'ten İstanbul'a İpekçiler ve İsmail Cem
Abdullah Muradoğlu
BAKIŞ KİTAPLIĞI


Afgani Efsanesi Yıkılmalıdır. Cemaleddin Afgani Alim değildir...

Afgani Efsanesi Yıkılmalıdır. Cemaleddin Afgani Alim değildir...

Afganî İslam Önderi Değildir

Cemalüddin Afganî kimdir, nedir, ne değildir?..
Ünlü bir şahsiyet midir? Evet ünlüdür. 19'uncu asrın ikinci yarısından bugüne kadar İslam dünyasında tesiri olmuş mudur? Olmuştur.

Bir çığır açmış mıdır? Açmıştır.
Ansiklopedilerde bu zat hakkında maddeler bulunmalı mıdır? Bulunmalıdır.
Açtığı çığır ilmî bakımdan incelenmeli midir? İncelenmelidir.
Bu zat Ehl-i Sünnet Müslümanlığı açısından olumlu ve hayırlı bir kimse midir? Kesinlikle değildir.
O, Müslümanlara hayırlı bir önder ve rehber midir? Kesinlikle değildir.

Niçin bu kadar sert ve kesin konuşuyorsun?
Çünkü o azılı ve en aşırı tarafından bir Farmasondur.
Şiî olduğu halde kendisini Sünnî göstererek, İranlı olduğu halde Afgan gibi göstererek Müslümanları aldatmıştır. Şiî olmak suç değildir ama şiîliğini gizleyip yalancıktan sünnî görünmek suçtur, ayıptır.

Allah'ın düşmanı Cevdet... Abdullah Cevdet'i tanıyalım..

Allah'ın düşmanı Cevdet... Abdullah Cevdet'i tanıyalım..

CENAZE NAMAZINI KİMSE KILMAMIŞTI, BİR ABDULLAH CEVDET HİKAYESİ…

Ayasofya Camiinde camiden çıkan cemaatin bir kısmı musalla taşındaki tabutun önünde toplanmıştı. Herkes bir şey söylüyordu. Çoğunun ağzından çıkan cümle şuydu:”Götürün şu Allah düşmanını buradan!”

...Hiç kimse cenaze namazını kılmak üzere safa geçmiyordu. “ Bu adam hayatında İslam dinine tecavüz etti. Hazreti peygambere hakaret etti. Bu sebeple, bir çok gencin ruhi ve imani buhranına, hatta bir kısmının intiharına vesile oldu. Böyle bir kimsenin namazı kılınmaz!” diyorlardı.

Dr. Abdullah Cevdet hayatta iken, İslamiyetin aleyhinde bulunmuştu. Yazılarında devamlı olarak İslami değerlere hücum etmişti. En büyük hedefinin, “halk arasında dinin nüfuzunu(etkisini) kırmak” olduğunu söylüyordu. Bu bakımdan ahali kendisine “Adüvüllah Cevdet- Allah’ın düşmanı Cevdet) ismini takmıştı.

Said Nursi'nin Üstadlarından Muhammed Abduh kimdir?

Said Nursi'nin Üstadlarından Muhammed Abduh kimdir?


Muhammed Abduh, 1849'da Mısır'da doğdu. 1905'te yine burada öldü. 1899'da ingilizlerin desteği ile Mısır müftüsü oldu. Müftülüğü hiçbir zaman Osmanlı Devleti'nin tasdikinden geçmemiştir.

• Cemâleddin Efgânî'nin tesiriyle dinde reformcu bir görüş benimsedi. İbn-i Teymiye'nin Ehl-i Sünnet'e aykırı fikirlerine sıkı bir bağlılığı yardı.
• Avrupalı müsteşriklerin ve felsefî fikir ve yorumlarla yazılmış kitapların tesirinde kaldı.

• islâm âlimlerinin nakli (kitap ve sünneti) esas alan, aklı naklin hizmetine veren yolundan ayrılarak dînî meselelerde kendi düşüncelerine göre konuşmaya ve hüküm vermeye başladı.

• Yazdığı yazıların Arap milliyetçiliği fikirlerinin uyandırılmasında büyük tesiri oldu. Bu şekilde Mısır ile bazı Arap ülkelerinin Osmanlı Devleti'nden ayrılmasında -kısmen de olsa- rol oynamıştır.

• Hocası Efgânî gibi mason olup masonluğun Ezher'e girmesini temin etti.

• Mezheb imamlarını taklit etmeyi bırakıp serbest bir akılla hareket edilmesini istedi ve mezhepsizliği körükledi.

• Âyet-i kerîmelere, batılılaşmaya uyacak şekilde kendi aklına göre mânâ vererek Ehl-i Sünnet âlimlerine muhâlefet etti.

• Fil Sûresi (âyet 3)'nde bildirilen ebâbil kuşlarına "sivrisinek", attıkları taşlara "mikrop" dedi.

• Zilzâl Sûresi'nin 7. âyetindeki "Zerre ağırlığında hayır yapan, karşılığına kavuşur." meâlindeki âyet-i kerîmeyi tefsir ederken; "Müslüman olsun, kâfir olsun, sâlih (iyi) amel işleyen herkes Cennet'e girecektir." diyerek Ehl-i Sünnet âlimlerinden ayrıldı.

• Nisâ Sûresl'nin 157 ve 158. âyetleri ile ölmeden, ruh ve beden olarak göğe çıkarıldığı net bir şekilde bildirilen Hz, İsâ'nın öldüğünü ve rûhunun göğe çıkarıldığını iddiâ etti.

• Reformcu fikirleri, Selefîlik adıyla talebeleri ve sevenleri tarafından günümüze kadar devâm ettirilmiştir. Bugün, mezhepleri birleştirmek ve mezhep sâhibi âlimler gibi dinde kendilerini yetkili görmek, Abduh ve hayranlarının en bâriz husûsiyetlerindendir.

Haçlı Sürülerine Kahramanca Set Olan Ecdadımız; SELÇUKLULAR (VİDEO)



Tarihe dönüp bakıldığında görülen odur ki, SELÇUKLULAR sanki Haçlı sürülerine karşı koymak için yaratılmışlar....

24 Nisan 2011 Pazar

Mimar Sinan'ın Kafatası Ne Oldu? Kafatascılık mı Yapıldı?

Mimar Sinan'ın Kafatası Ne Oldu? Kafatascılık mı Yapıldı?

Osmanlı'yı yerin dibine batıranlar, Osmanlı deyince bön bön bakanlar dahi onun mimarlığını, taştan meydana getirdiği muhteşem mimariyi biliyorlar.

Kimden mi bahsediyoruz? Kanuni Sultan Süleyman yani bir diğer adıyla Muhteşem Suleyman devrinde, yani Osmanlı İmparatorluğu'nun ve hatta Türk tarihinin en zirvedeki, en parıltılı zamanlarındaki sarayın mimarı olan Mimar Sinan'dan. Aslında konumuz ne Mimar Sinan'ın İstanbul'daki muhteşem camileri, ne birçok ülkeye yayılmış su kemerleri, külliyeleri, çeşmeleri, sergileri. Konumuz acı ama gerçek; Mimar Sinan'ın kafatası.

Güneş Dil Teorisinin, Türk Tarih Tezi'nin okullarda okutulduğu yıllara gidiyoruz. O yıllarda Avrupa'da artan milliyetçilik rüzgarının ve Türkiye'de yeni kurulan cumhuriyetin "temelleri" sağlamlaştırmak adına milliyetçiliğin ve Türklüğün köklerinin ne kadar derinlere indiğini, ne kadar muhteşem olduğunu ve kimliğinin kendine has özelliklerinin bulunduğunu ispatlamak için profesörlerin, üniversitelerin, kurumların çaba sarfettiği yıllara...

1935 yılında Türk Tarih Kurumu'nun seçtiği bir heyet, büyük bir titizlikle İstanbul'da Süleymaniye Külliyesi'nde olan Mimar Sinan'ın türbesini açar.

Amaç bellidir. Mimar Sinan'ın, tüm dünyanın muhteşem eserlerini ve sanatını kabul ettiği, Ayasofya ile yarışan Süleymaniye'nin mimarının kafatasını alma ve yapılacak incelemelerle Türk olduğu kanıtlanmak. Çünkü Hristiyan olduğu, devşirme olduğu yönünde yayınlar çıkmaktadır. Mezar açılır, yaklaşık 350 yıl sonra açılan mezarda, (Sinan 1588 yılında ölmüştü, 99 yaşındaydı) ceset bozulmuştur ama kafatası sağlamdır. Gazeteler o günlerde Mimar Sinan Türbesinde Araştıma başlığıyla şöyle bir haber geçerler:

Misyonerlerin İtirafı

Misyonerlerin İtirafı


Vatikan ve Kiliseler Birliği adına "Dinlerarası Diyalog" fikrini ortaya atan misyonerler teşkilâtının lideri Louis Massıgnon'un Misyonerler Zirvesi nde yaptığı konuşma aynen şöyledir:

"Müslümanların her şeyini tahrip ile mahvettik. Dinleri, inançları, ahlâkları, dîne bağlılıkları ve insanî duyguları mahvoldu. Onların millî-mânevî değerlerini Batı medeniyeti potasında eriterek kendimize benzettik.

Dinler Arası Diyalog Nedir?

Dinler Arası Diyalog Nedir?


İki asıra yakın zamandan beri Papalık, Misyonerlik faaliyetleri ile Hıristiyanlığı Ortadoğu’ya yaymaya, cahil Müslümanları Hıristiyanlaştırmaya çalışmaktadır. Fakat, Afrika ülkeleri gibi, dinden haberi olmayan sadece isimleri Müslüman olan ülkelerde başarı elde etmelerine rağmen, İslamiyetin aslına uygun bir şekilde bilindiği ve yaşan...dığı, Müslüman ülkelerde istedikleri neticeyi alamadılar. Bunun neticesinde, Misyonerlik faaliyetlerine destek verilmesi için Dinlerarası Diyalog ve Hoşgörü projesi gündeme geldi.

Bu çalışmaları yapan Konsil ilk defa 1962′de bu konuyu görüşmek için toplandı. Daha sonraki toplantılarla da misyonerlik faaliyetinin bir parçası olmak üzere “Diyaloğa”önem verilerek devam ettirilmesi kararlaştırıldı. II. Paul‘ün 1991 yılında ilan ettiği Redemptoris Missio (Kurtarıcı Misyon) isimli genelgesinde aynen şöyle diyordu:
“Dinlerarası diyalog, Kilise’nin bütün insanları Kilise’ye döndürme amaçlı misyonunun bir parçasıdır… Bu misyon aslında Mesih’i ve İncil’i bilmeyenlere ve diğer dinlere mensup olanlara yöneliktir. “

Süleyman Hilmi Tunahan hazretlerinin bağlıları (Süleymancılar) hangi partiye oy verecek? | Hangi parti tercih edildi? | Mehmet Fahri Sertkaya (video)

Cemaat merkezi ( Muhterem Alihan Kuriş Beyağabey ) kararını açıkladı: KESİNLİKLE OY YOK! Kesinlikle AKP'ye ve MHP'ye oy ve...