23 Mayıs 2011 Pazartesi

Renklerin Dansı; Ebru Sanatı

Ebru kelimesi nereden gelir? Ebru sanatının geçmişi, dünü ve bu günü...
Ebru Nasıl yapılır? Geçmişteki ve günümüzdeki ebru üstadları..
Ebru'ya dair her şey bu belgesel çalışmada...

21 Mayıs 2011 Cumartesi

Dünyanın En Küçük Müzesi ( Katliam Müzesi ) Video

Katledildiklerinde henüz ilkokul çocuğuydular ve hiçbir şeyden de haberleri yoktu...



Dünyanın En Küçük Müzesi ( Katliam Müzesi ) Video

Hindistan'da Türk Varlığı (Video)

Hindistan, Gazneliler dahil altı Türk soylu hanedan tarafından sekiz yüz altmış sene idare olundu...
Hindistan'ta Türk varlığı...


Tarihin Kaynakları; Şeriyye Sicilleri Arşivi (Video)



Cambridge Üniversitesi'nde ilk Türk öğretim üyesi (Video)

Dünyanın en prestijli üniversitlerinden olan Cambridge'de yüksek lisans yapan ve aynı üniversitede öğretim üyeliğine yükselen ilk Osmanlı Halil Halit Bey'in ilginç yaşam öyküsü...



Kafkas İslam Ordusu (Osmanlı - Azeri Dayanışması) (Video)

Yıl 1918...
Azerbeycan; İngiliz, Rus, Ermeni işgali altında...
Osmanlı'dan yardım istenir. Böylece bölgeye Kafkas İslam Ordusu adıyla yirmi bin kişilik bir kuvvet gönderilir...
Bakü kurtarılır. Ve, bundan sonra Azerbeycan, Türk ordusunu milli şairi Ahmet Cevat'ın yazdığı "Selam Türk'ün Bayrağına" şiiri ile selamlar...



Târihin en kan dökücü ihtilâlcilerinden; Lenin

Târihin en kan dökücü ihtilâlcilerinden; Lenin

"Sâdece Kiev’de 1919 yılında Lenin’in propagandalarına katılmayan on bin aydın Rus subayı, zarar yapılmayacağı vaadi ile teslim alınarak hepsi, erkek çocukları ile îdâm edildi. Hanımları da genelevlere konulup, kızılordu erlerine teslim edildi. Uğradıkları büyük hakâretlere ve hunharca tecâvüzlere tahammül edemeyen bu kadınlar, kısa sürede öldüler.

İhtilâlin başlangıcından îtibâren Sovyetler Birliğinde Lenin’in yedi senelik iktidârı devrinde otuz iki milyon insan hayatını kaybetti."

DÜNYANIN BAŞINA GELEN EN BÜYÜK BELALARDAN BİRİNİ, KOMİNİZMİ YAYAN LENİN'İ TANIYALIM, TANITALIM. Evladlarımızı ve nesillerimizi bu tehlikeli Allah'sızlardan koruyalım...

64.000 ünlü kişinin kafatasını mezarlarından çıkarttılar

64.000 ünlü kişinin kafatasını mezarlarından çıkarttılar. Mimar Sinan'ın kafatası bunlardan sadece biriydi. Şimdi bütün bu kafataslarının ne olduğu meçhul... Öylesine bir tarih katliamı yapıldı ki mezarındaki cenazelere kadar el uzatıldı...

Birinci dünya savaşından sonra dunyada ırkların kokeni ve yapıları hakkında araştırmalar hız kazanmıştı bu çalışmalar Türkiye'dede yürütülmeye başlanmıştı 1928 yılından itibaren tarihci Afet İNAN’(Atatürk'ün Manevi Kızı)ın yönlendirdiği bir ekibin Türklerin beyaz ırka mensup BRAKİSEFAL (yassı kafalı) , Grekler (Yunanlılar) Romalılar ile aynı ırktan geldiklerinin kanıtlanması için ‘kafataslarının ölçülerek’ standart Türk ırkının kafatası formülünü çıkarma projesinin uygulamaya koymuştu

20 Mayıs 2011 Cuma

Dünyada İlk Denizaltıyı Osmanlı Yaptı...

Dünyada İlk Denizaltıyı Osmanlı Yaptı...

Osmanlılarda "Tahtelbahir" denilen denizaltı, ilk defa Sultan Üçüncü Ahmed Han devrinde , Tersane baş mimarı İbrahim Efendi tarafından yapıldı. Timsah şeklindeki denizaltının, deniz yüzeyine çıkıp tekrar denize dalması, Sultan Üçüncü Ahmed Han'ın çocuklarının sünnet merasimine tesadüf ettirilmiş ve bütün İstanbul halkı hayretle bu gösterileri seyretmişti.

Denizaltı ilerleyerek padişahın bulunduğu yönde durmuş ve selamlama merasiminden sonra tekrar denize dalmıştı. Bu merasim esnasında batıp çıktıktan sonra denizaltının baş kapısı tarafından beş asker çıkarak bu muhteşem icadın maharetlerini göstermeye muvaffak olmuşlardı.

Elli milyon kişinin katili; Joseph Vissarinovich STALİN

Elli milyon kişinin katili; Joseph Vissarinovich STALİN

50 milyonun üzerinde insanın canına kıydı. STALİN

"Yirmi sekiz sene içinde 50 milyonun üzerinde insanın canına kıydı. Çok azı, Lenin; gerisi, Stalin zamânında olmak üzere Türkistan’da 14.000 câmi ve mescit, Kafkasya ve Kırım’da 8000, Tataristan’da ve Baş Kürdistan’da 4000 câmi-mescit yıkıldı ve tahrip edildi. Müslüman din âlimleri olarak katledilenlerin miktarı 270.000’in üzerindedir. Bir kısmını da, Sibirya’da sıfırın altında 65 derece soğuğun hüküm sürdüğü kamplara sürgün ettirdi."

Bandırma (Kandırma) Vapuru'na Ne Oldu?

Bandırma (Kandırma) Vapuru'na Ne Oldu?



Gemi nerede gemi? Bandırma'nın hikayesi...

19 Mayıs’ta Mustafa Kemal’in Samsun’a çıktığı söylenen gemi nerede?
Söküp satmışlar. Kim, niçin yaptı derseniz; belgeleri yok ortada...
Peki gemiyi söktünüz, geminin seyir defteri nerede?
O da yok...

Geminin Samsun’dan önce Sinop’a uğradığı söyleniyor. Niye uğradı, kim indi, kim bindi gemiden? Sahi bu seyahat niçin bu kadar uzun sürdü? Yola çıkmak için niçin bu kadar beklendi, o da ayrı bir soru.

Yani Mustafa Kemal, pusulası olmayan küçük bir taka ile, Karadeniz’in dalgalı sularına, Vahdeddin’den ve İngilizlerden gizli bir şekilde çıkmadı! Mustafa Kemal gençlere bir bayram filan da armağan etmedi. Zaten İdman Bayramı vardı, Osmanlı’dan gelen, o da kutlanıyordu, onu 19 Mayıs’la birleştirip yıllar sonra siyaset mühendisleri tarafından bugün bayram ilan edildi. Tıpkı 23 Nisan’ın Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak ilan edilmesi gibi.

Fransa'ya verdiğimiz devlet ve tuvalet dersi

Fransa'ya verdiğimiz devlet ve tuvalet dersi



Paris'teki Versailles Sarayı'nda o gün iğne atsanız yere düşmez. Salonları dolduranların kalp atışları, nerede ise pencere camlarını zangırdatır. Kral 14. Louis ve eşi ile başbakanı yerlerini almışlar. Perukları pudralı şövalyeler ve dekolte elbiseli asilzade düşkünü madamlar sıra sıra dizilmişler. Ortalıkta "çıt" çıkmıyor. Birisi bekleniyor. Hele başbakanın arkasında sarı benizli adam, bozuk bir saat gibi. Laf değil, Paris'e ilk Osmanlı elçisi geliyor.

Kendisine iki gün evvel, "Huzura kabul edileceksiniz..." demişler. Dudak bükmüş ve:
— Biz kabul edilmeyiz, çıkarız... diye cevaplamış.

Elçiler, elbette karşılıklı gider gelirler, ilk Fransız elçisi Jean De la Foret istanbul'a 1534'te gelmiş. Kralının Türk Sultanı tarafından korunmasını istemiş. Bilirsiniz hikâyeyi. Biz Paris'e elçi göndermeye gerek görmemişiz.

8 Mayıs 2011 Pazar

Vahdettin Atatürk’ e Kaç Para Verdi?

Vahdettin Atatürk’ e Kaç Para Verdi?

Önümde 13 Haziran 1995 tarihli Sabah gazetesinin 26. sayfasının fotokopisi var. Sayfanın manşeti "Vahdettin hain değildi"...


O tarihlerde Sabah'ta çalışan Nuriye Akman, 11 ila 14 Haziran 1995 tarihlerinde "Milli Mücadelenin iki yüzü" başlıklı birkaç günlük bir röportaj yayınlıyor. Röportajın konukları "damarlarımı kesseniz Atatürk diye akar" diyen Cemal Kutay ile gene "sıkı Atatürkçü" İsmet Bozdağ... İki Atatürkçü Kurtuluş Savaşı'nı, Vahdettin'i, 19 Mayıs'ı, Nutuk'u çok farklı değerlendiriyor.

Ben o tarihlerde de bu değerlendirmelerin üzerinde uzun uzun durmuştum. Sonra da o yorumları "Birinci Cumhuriyet Üzerine Notlar" adlı kitaba aldım.

Nuriye Akman Cemal Kutay'a soruyor:

"Siz bugün Vahdettin'i vatan haini kategorisine sokmuyorsunuz?"

Kutay cevap veriyor: "Elbette hain değildi. Dünyanın en namuslu adamlarından biriydi. Ölürken yastığının altından parasızlıktan alamadığı ilaçlarının reçeteleri çıktı. Bunu Tarık Mümtaz Göztepe anlatıyor. Ve cenazesini rehin ettiler San Remo'da. Akrabaları, arkadaşları cenazeyi kaçırdılar da gömüldü. Bunlar hakkında hüküm verebilmek için önce bilgili olmak lazım. Bakın Hazine-i Hassa Reisi Refik Bey'i çağırıp sayım yaptırdı gitmeden evvel. Nuriye Hanım, oradan kaşıkçı elmasını alıp gidebilirdi. Hakkıydı, ailesinin çünkü. Kesinlikle bunlar namusu müeccem.

Kukla Halifemiz Geliyor, ABD Gülen'i Halife Yapacak...

Kukla Halifemiz Geliyor, ABD Fethullah Gülen'i Halife Yapacak...


Zaman Gazetesi'nin Türkiye'nin en çok satan gazetesi olmasından bazı çevrelerin neden rahatsız olmadığını…
Gülen cemaatinin devlet mekanizmaları içinde bu derece güçlenmesinin önüne neden ciddi engeller çıkarılmadığını…
Engel olmak isteyenlerin, hükümetin hışmına uğruyormuş gibi gözükürken aslında neden ülkemizdeki ABD ve İsrail maşalarının hışmına uğradıklarını…
ABD ve İsrail'in dün kullandıkları ülkemizdeki örgütlenmeleri bu gün neden temizlediğini,
Ülkemizdeki Atatürkçülük rejiminin yıkılması yolundaki ilk ciddi adımın bir genelkurmay başkanımız eli ile neden ilk olarak TSK'da atıldığını…
TSK armalarından Atatürk'ün neden çıkarıldığını,
Sarı Zeybek isimli Atatürk belgeselini çeken Can Dündar'ın, ne olup da "Mustafa" belgeselini çektiğini ve Atatürk'ü "dokunulabilir" yapmak yolunda neden böyle bir harekete girdiğini…

'BOP ABD'nin projesi ve hiç vazgeçmedi' Graham Fuller

'BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) ABD'nin projesi ve hiç vazgeçmedi' Graham Fuller

CIA'nin eski başkan yardımcısı Fuller, ABD'nin BOP'u uygulamadan kadırmadığını, geçerliliğini koruduğunu savundu.
Fuller' e göre BOP ismi çok olumsuz tepkiler aldı ve artık başka isim verme gereği var...

---


Türkiye ve çeşitli Ortadoğu ülkelerinde yaptığı istasyon şefliği görevi nedeniyle Ankara'yı da yakından tanıyan CIA'nin eski Başkan Yardımcısı Graham E. Fuller ABD'nin Ortadoğu Projesi hakkında ilginç tespitlerde bulundu.

Fuller'e göre, Büyük Ortadoğu Projesi hala masada duruyor. ABD'nin çok tartışılan Büyük Ortadoğu Projesi, Türkiye'nin bu proje çerçevesinde Arap dünyasına model ülke olarak görülmesi konusunda Akşam Gazetesi'ne açıklamalarda bulunan Fuller, Büyük Ortadoğu Projesi için 'Bu bir Amerikan ideali' dedi. Bölgedeki tek liderliğin Türkiye olduğunu belirten Fuller, 'Türkiye gerektiği zaman Washington'a 'hayır' diyebiliyor. Arap ülkelerinin hiçbiri bunu diyemiyor. Çünkü Washington'a bağımlılar' diye konuştu.

AMERİKA HALA BUNU İSTİYOR

Fuller, Büyük Ortadoğu Projesi hakkındaki komplo teorileri ve şüphelerin sorulması üzerine

"Bu çok ilginç bir soru ve ABD siyasetinde yıllardır var olan zıtlıkları ortaya koyuyor. Bu çerçevede içinde 'komplo' kelimesinin kullanılmasından rahatsızım. Büyük Ortadoğu Projesi anons edilmeden önce dahi bunlar ABD'nin vizyonuydu. Bu hedefler yeni değil. Amerika her zaman ABD-İsrail yanlısı ve demokratik Ortadoğu istiyordu. Bence Washington rüyalarında halen bunu istiyordur. Bu, Amerikan ideali."

Yeni Osmanlıcılık BOP demektir, Başımıza Kukla Halife Geçirecekler

Yeni Osmanlıcılık BOP demektir, Başımıza Kukla Halife Geçirecekler

Yepyeni Bir Osmanlıcılık

Osmanlı devletini Jöhn Türkler, Yeni Osmanlılar ile yıktılar. Tanzimat bir yenilik hareketiydi. Keza Birinci ve İkinci Meşrutiyet.

Şu günlerde yeni bir Osmanlıcılık çıktı. Laf olarak, slogan olarak... Bu Osmanlıcılığın Büyük Orta Doğu Projesi ile bağlantılı olduğunu sanıyorum.

Peki nerede çıkıyor, nereden geliyor bu Osmanlıcılık? Bizim içimizden mi çıkıyor, yoksa ithal malı mı?

Sakın bu yeni Osmanlıcılık Tel Aviv'de, Washington'da, diğer Siyonist ve Haçlı merkezlerinde imal edilip bizde pazarlanmasın?

Kulağı delik olan, kendilerinde biraz sezgi bulunan Müslümanlar; Siyonistlerin, Haçlıların, emperyalistlerin, sömürgecilerin İslâm dünyasının başına evcil, bağımlı, fantoş bir Halife getirmek istediklerini, bunun için kademe kademe hayata geçirilecek bir plan yaptıklarını duymuşlardır.

Müslümanlar uyanıyorlar, önünde sonunda bir Halife seçecekler, birleşmek isteyeceklerdir. Biz onlardan önce davranalım, bize bağımlı bir Halife seçelim, bu Halife onların birleşmeleri için değil, BOP'un öngördüğü gibi parçalanmalarını, Balkanlaşmalarını sağlasın...

İsrail'e, ABD'ye, Vatican'a bağlı bir Halife taraftarları, beni Hilafet'e karşı olmakla suçlayacaklardır. Bu ülkede yıllardan beri Müslümanların başlarına bir İmam-ı Kebir, bir Emîrü'l-mü'minîn seçmelerini yazan ben değil miyim?

Bir İmam isterim ama, fantoş bir İmam değil.

Halife-i Resûl-i Rabbülalemîn olacak zatta şu sıfatlar bulunacaktır.

Üniversiteli bir Gence Açık Mektup

Üniversiteli bir Gence Açık Mektup

Şeb-i Yelda topluluğuna mensup üniversiteli gence açık mektubumdur: Önce selam ve hürmetlerimi sunar, hatırınızı sorar, sıhhat, selamet ve hayırlı başarılar diler, dualarınızı beklerim.

Sizi çok rahat, çok mutlu, kendinizden çok emin, çok bahtiyar gördüğüm için aşağıdaki uyarılarımı bilginize sunmayı uygun gördüm.

İslami bir cemaate, tarikata, gruba, kliğe, fırkaya, hizbe mensup olmak kişiye otomatik olarak bir üstünlük, fazilet, rüçhan sağlamaz.

Mademki üniversitede okuyorsunuz. Aşağıdaki üstünlükleri ders alarak, çalışıp çabalayarak kazanmanız gerekir.

* Bunların birincisi edebi ve yazılı kültür Türkçesi bilmektir. Bunun için ehliyetli üstatlardan özel Osmanlıca, edebiyat-ı Osmaniye dersleri almanız gerekir.

* Sonra bu devirde her kültürlü insan İngilizce bilmelidir. Garson veya resepsiyon memuru İngilizcesi değil, kültür İngilizcesi.

Türkiye'yi Kim Kurdu? İsrail'i Kuranlar mı Türkiye'yi kurdu?

Türkiye'yi Kim Kurdu? İsrail'i Kuranlar mı Türkiye'yi kurdu?


Osmanlı Yahudi Cemaati ve 1908 Devrimi" başlığı altında ilginç bir yazı dikkatimi çekti. Daha önce burada İngiliz elçisinin İttihad ve Terakki Cemiyeti'nin iktidara gelişiyle birlikte ülkesini bilgilendirirken "Meraka mucip bir hadise yok. İyi niyetli çocuklar göreve geldiler" şeklinde işlerin yolunda olduğuna dair mülahazasını konu edinmiştim. Zaten o "iyi niyetli çocuklar" koskoca bir imparatorluğu on yıllık bir süre içerisinde parçalayıp heder etmişlerdir.

İttihad ve Terakki Cemiyeti içinde "Yahudi Faktörü" ise her zaman konuşula gelmiştir. Zaten dikkatimi çeken de yazıda konuyla ilgili "sivri retorik ve asılsız iddialardan" söz edilirken, "İTC(İttihad ve Terakki Cemiyeti" güdümlü "Jön Türk" hareketindeki Yahudi varlığı mevzu ediliyordu. Şöyle ki:

"... Selanik Yahudisi olan Alber Fua, İTC'nin en önde gelen destekçileri arasındadır...

"İTC'nin Selanik merkezli iç teşkilatında Yahudi katılımı daha belirgindir. Kuşkusuz en önemli Yahudi üye Selanikli bir avukat ve yüksek seviyede bir Mason olan Emmanuel Karasso'dur. Üye olduğu yurt dışı bağlantılı Mason Locasındaki konumu, Karasso'nun imkânlarını İttihadçı komplocular için seferber etmesini sağlamıştır."

Bizim için her gün anneler günü, annemizi herkesten çok seviyoruz...

Bizim için her gün anneler günü, annemizi herkesten çok seviyoruz...

Bizim için HER GÜN annemizin, ailemizin günü!

Annemizin değerini serbest piyasaya düşürmeyeceğiz!

İnsanların kalbi ve ailevi duygularını sadece maddi kâr amacı ile, onu da senede bir hatırlatan böyle bir düzenin yanlış olduğunu bile bile, sırf kalabalık psikolojisine ayak uydurmak adına bu gaflete düşmeyeceğiz...

Biz annelerimizin ayakları altından cennete ulaşmak mücadelesi vermeye devam edeceğiz ve böyle art niyetli günlere itibar etmeyeceğiz... Duruş sergileyecek, tâbi olan değil, tâbi olunan olacağız...
İnanan bizlere yakışanı da budur...

MİHRİMÂH SULTAN (Kanuni'nin Hayırsever Kızı)

MİHRİMÂH SULTAN (Kanuni'nin Hayırsever Kızı)

Kânûnî Sultan Süleymân Han’ın, dînine bağlılığı ve hayırseverliliği ile meşhur kızı. Annesi, Haseki Hürrem Sultan’dır. Doğum târihi kesin olarak bilinmemektedir. Annesi tarafından İslâm terbiyesi üzere yetiştirildi. Evlenme çağına gelince, Enderûn’da yetişen zekî ve kabiliyetli Diyarbakır beylerbeyi Rüstem Paşa eş olarak seçildi. Düğünleri 11-26 Kasım 1539 târihinde kardeşleri Şehzâde Bâyezîd ve Cihângir’in sünnet düğünleri ile birlikte yapıldı. Bu izdivacdan Ayşe Hanım Sultan adında bir kızı ile iki oğlu oldu. Mihrimâh Sultan 1578 yılında İstanbul’da vefât etti. Süleymâniye’deki babasının türbesine defnedildi. Zevci Rüstem Paşa ise Şehzâde Câmii türbesinde medfûndur.

Dînine bağlılığı ile tanınan Mihrimâh Sultan, bütün servetini hayır işlerine tahsîs etti. Mîmâr Sinân’a kendi adı ile anılan İstanbul’da Edirnekapı Câmii ile Üsküdar’da İskele başındaki câmiyi yaptırdı. Ayrıca Mekke-i mükerremede Ayn-ı Zübeyde (Zübeyde su kaynağı) te’sislerini tamir ettirdi.

CEM SULTAN ( Fatih'in Oğulları Taht Kavgasına Düştü )

CEM SULTAN ( Fatih'in Oğulları Taht Kavgasına Düştü )

Fâtih Sultan Mehmed Han’ın küçük oğlu. 23 Aralık 1459 günü Edirne Sarayı’nda doğdu. Annesinin adı Çiçek Hâtûn idi. İlk terbiyesini saray hocalarından ve annesinden aldı. Fikrî terbiyesi ve tahsîli için beş yaşına geldiğinde bir hoca tâyin edildi. Dokuz yaşına geldiğinde, Kastamonu sancakbeyligine gönderildi (1469). O devirlerde şehzâdeleri küçük yaşlarından îtibâren Anadolu vilâyetlerine göndermek usûldendi. Yanlarına vezirlerden biri, lala sıfatıyla verilir ve bu suretle idarî işler öğretilirdi. Cem Sultan, Kastamonu’da dört sene kaldı. Bu süre zarfında ilim ve edebiyat tahsiliyle meşgul oldu.

1474’de büyük ağabeyi şehzâde velîahd Mustafa’nın vefâtı üzerine Karaman beylerbeyliğine gönderildi. İdâri işlerin yanında tahsîline devam etti. Beraberinde lalası Gedik Ahmed Paşa’dan başka, Frenk Süleymân, Hâtibzâde Nâsuh, Defterdâr Ahmed, Sofu Hüseyin ve Çâşnigirbaşı İlyas, Şirmerd Ağa gibi şahsiyetler ile bâzı Türk, Rum ve İtalyan olan tanınmış ilim adamları vardı. Bunların hepsi siyâset, ilim, şiir, sadâkat ve fazîletleriyle bilinen ve tanınan kişilerdi. Cem Sultan, altı seneden fazla kaldığı Konya’da, bu zâtların her birinden çeşitli ilimler öğrendi. İlk şiirlerini burada yazdı. Konya yılları, maddî ve manevî terbiyesi bakımından gerçek bir mektebdi. İlim tahsîline devam etmekle beraber, ata binmekte ve her türlü silâhları kullanmakta büyük maharet kazandı. Sağlam yapılı bir genç olan Şehzâde Cem’e, Karaman eyâleti halkı muhabbet ve sevgi besledi. Harabe hâlindeki Lârende’de; saray, bedesten ve çarşı yaptırmak suretiyle geniş îmâr faaliyetlerinde bulundu.

1481 senesinde babası Fâtih Sultan Mehmed Han, Gebze’de hastalanarak vefât ettiği zaman, Cem yirmi üç, ağabeyi şehzâde Bâyezîd ise otuz dört yaşında idi. Her iki şehzâde de iyi yetişmişti. Cesur ve hareketli olan Cem Sultan daha çok seviliyordu. Babası da çok sevdiğinden, Kânûnnâme-i âl-i Osman’da şehzâdelere yazılacak hükümlerin lakapları bahsinde; “Vâris-i mülk-i Süleymânî... Oğlum Cem...” diye yazdırmıştı. Yeniçerilerin baskısıyla daha önce haber verilen Şehzâde Bâyezîd, İstanbul’a gelerek tahta geçti. Aradan çok geçmeden durumu öğrenen Cem Sultan, bâzı teşvikçilerin tavsiyeleri ile saltanat iddiasında bulundu. Etrafına asker toplayarak Bursa üzerine yürüdü. Karşısına çıkan Ayas Paşa kumandasındaki kuvvetleri bozguna uğrattıktan sonra Bursa’ya girdi. Kendisini sultan îlân edip, adına para bastırdı, hutbe okuttu ve on sekiz gün saltanat sürdü.

Etrafına oldukça mühim bir kuvvet toplamaya muvaffak olan Cem Sultan, mücâdelesine devam etmekte kararlı idi. İki ordu, 20 Haziran 1481 günü, Yenişehir ovasında karşılaştı. Gedik Ahmed Paşa’nın sultan Bâyezîd tarafına geçmesi üzerine, Cem Sultan savaş meydanını terk ederek Konya’ya doğru geri çekildi. Bu çekilme esnasında geçirdiği bir kaza sonucunda ayağından yaralandı. Konya’da ancak üç gün kalabilen Cem Sultan, annesini, hanımını ve çocuklarını yanına alarak şehirden ayrıldı. Tarsus, Antakya, Haleb yoluyla Mısır’a gitti. Arkasından yetişenlerle, maiyyetinin sayısı üç yüzü buluyordu. Kâhire’ye girişinde sultan Kayıtbay tarafından merasimle karşılandı. Mısır sultânı; “Sen benim oğlumsun” diye Şehzâde’yi tesellî etti ve çok yakınlık gösterdi. Cem Sultan 20 Aralık 1481’de hac farîzasını yerine getirmek üzere Mekke’ye gitti. 12 Mart 1482’de Kâhire’ye döndü.

Bu arada eski Karaman beyi olan Kasım Bey ve Ankara sancakbeyi Trabzonlu Mehmed Bey’den, halkın sultan Bâyezîd’den yüz çevirdiği, kendisini beklediğini yazan mektuplar aldı. Kasım Bey’in gayesi, Karaman Beyliği’ni yeniden kurmaktı. Bu durum üzerine yeniden ümîde kapılan Cem Sultan’ın Konya ve Ankara harekâtları başarısızlıkla neticelendi, önce Akşehir’e, sonra da Kasım Bey ile birlikte Taşeli’ne çekilmek mecburiyetinde kaldı. Kendisini tâkib ederek Konya Ereğlisi’ne gelen sultan İkinci Bâyezîd’le yeniden müzâkerelere girişti. Ancak bu müzâkereler de, diğerleri gibi neticesiz kaldı. Çünkü, onun Kudüs’de oturmasını teklif eden sultan Bâyezîd’e karşılık, Cem Sultan Osmanlı topraklarında hâkim olacağı bir bölgenin kendisine verilmesi hususunda ısrar ediyordu. Kasım Bey’in teşviki ile Rumeli’ye gitmek için, Rodos şövalyelerine müracaat etmeye karar verdi. 29 Temmuz 1482 günü, Rodos limanında karaya ayak bastı. Artık, talihsiz şehzâde için, on iki sene yedi ay sürecek ve sonu ölümle bitecek olan acı gurbet hayâtı başlıyordu.

BAŞ ÖRTÜSÜ (Yanlışları, Doğruları, Gerekliliği)

BAŞ ÖRTÜSÜ (Yanlışları, Doğruları, Gerekliliği)

Öncelikle şunu belirtmek isterim ki bazı İslam düşmanlarının iftiralarının aksine bu din kadını hor gördüğünden değil; tam aksine onu herkesin istediği şekilde göremeyeceği nadide bir mücevher gibi kabul ettiğinden onu kem gözlerden korumak istediğinden yani ona değer verdiğinden dolayı örtünme emrini getirmiştir. Şu bilinmelidir ki İslam`dan başka hiçbir sistem hangi inançtan olursa olsun sonuçta bütün insanların ulaşmak istediği en değerli yer olan Cennet`i “anneler`in ayağının altında” kabul edecek kadar; “Sizin en iyiniz kadınlarına karşı en iyi olanınızdır.” diyecek kadar ve doğum sırasında ölen kadını “şehid” kabul edecek kadar kadınlara değer vermemiştir.

Başörtüsü ve örtünme emri farz olduğu “müslümanlar” tarafından kesin olarak bilinen bir emirdir; bu konuda hiç bir şüphemiz yoktur ve müslümanlar bu emri severek yerine getirirler. Çünkü onlar Allah`ın ve Rasulunün emirlerine sıkı sıkıya bağlıdırlar ve “şiddeti her tarafa yayılacak olan büyük bir günün azabından” korkarlar.

Son senelerdeki başörtüsü tartışmaları bazı bilgisiz veya kötü niyetli kişilerin yanlış veya kasıtlı yorumları halkımızdan bazı kesimleri yanıltma ve sanki İslam`da örtünme emri yokmuş gibi bir hava estirme amacı gütmektedir. Birtakım yeni yetme İlahiyatçı veya din adamı görüntüsündeki şahıslar dünyada tek akıllı kendileri kalmış gibi Allah`ın ve Peygamberi`nin bu kesin emrini ilgili ayet ve hadisleri kendi hevesleri doğrultusunda yorumlayarak yozlaştırmaya çalışmaktadırlar.
Bu kişilere sormak gerekir; örtünme emrini (hâşâ) Peygamberimiz`den başlayarak asırlar boyunca bütün Sahabe herbiri yüzlerce eser vermiş bütün İslam alimleri ve sonra bütün Müslümanlar yanlış anladı da; üç-dört kitap yazmayla profesör olan bu yeni yetmeler mi doğru anlıyor(?) Tabii ki hayır…

Örtünme emrinin amaçları arasında siz değerli hanım kardeşlerimizi kem gözlerden hain bakışlardan korumak ve yabancı erkeklerin dikkatinin üzerlerinize çekilmemesini sağlamak olmasına rağmen bazı kardeşlerimiz bu emri yerine getirmeye çalışırken yaptıkları hatalarla bu amaçların tersinin gerçekleşmesine sebep oluyor ve maalesef örtünüyoruz sandıkları halde örtünmüyorlar.

Şimdi burada öncelikle konumuzla ilgili olan ve eğer müslümansak bizleri bağlaması gereken hanımların giyinmesi ile ilgili bir ayeti kerime Peygamberimizin sözleri olan hadislerden birkaçını ve O`nun ocağında yetişmiş değerli hanımı Hz. Aişe`nin iki sözünü sizlere hatırlatmak istiyorum:

7 Mayıs 2011 Cumartesi

Müslüman oldum, "Gerek Yoktu" dediler,bunlar Misyonerlik yapıyorlar

Müslüman oldum, "Gerek Yoktu" dediler, bunlar Misyonerlik yapıyorlar...
Fethullah Gülen cemaati, Dinler arası diyalog'da  ayarı iyice kaçırdı...

Hayret ve dehşetle okuyacağınız aşağıdaki hadise, Sovyetlerin dağılmasından sonra Rusya’ya giden ve şu anda Nijninograt şehrinde ticarethane işleten bir arkadaşımın ağzından.

Hadise, arkadaşımın Müslüman arkadaşıyla onun sonradan Müslüman olan, 20-22 yaşlarında Emine ismindeki hanımıyla ilgili. Emine ismini, Peygamberimiz’in annesinin ismi olduğu için özellikle seçmiş. Emine’nin kocası Tataristan’ın Kazan şehrinden ve Moskova müftülüğüne bağlı Moskova (İslâmî) İlahiyat okulundan mezunmuş.

Arkadaşımın anlattıkları:

“Bu ilahiyat mezunu Rusyalı arkadaşım, bir gün bizim dükkâna geldi. Yanında da bizim Müslüman hanımların kapandığı şekilde kapalı genç bir hanım vardı. Rusya’da o şekilde giyinen bir hanım yok gibidir. Öyle İslâmî bir kıyafetle görünce memnun oldum ve ayrıca ilgi ve hürmet gösterdim.

Bu kapalı hanım, arkadaşımın karısıymış. Hanımının sonradan Müslüman olduğunu anlattı. Sohbete başladık. Derken konuşmaya, hanımı da katıldı. Türkçeyi gayet güzel konuşuyor. Kocası Tatar olduğu için, ‘Siz Tatar olmalısınız; Türkçeyi bu kadar iyi nerede öğrendiniz?’ dedim. ‘Hayır, ben Rus’um’ dedi. Defalarca Türkiye’ye geldiğini, bayağı kaldığını söyledi. Türkiye’de İslâmî bir gruptan insanlarla tanışmış, Müslüman olmalarına onlar sebep olmuşlar. Kendisine, Kazanlı olduğu için, Kazan’da da Türkiye’den gelen ailelerin bulunduğunu anlattım ve onlarla temasa geçerse o cemaatin kendisine İslâmiyet hakkında yardımcı olabileceğini söyledim.

Fettullah Gülen'in kefili CIA ajanı

Fettullah Gülen'in kefili CIA ajanı

Fettullah Gülen, ABD'den Yeşil Kart alabilmek için açıp, kaybettiği davada Rumi Forum'un başkanı Ali Yurtsever'in yardımı ile önemli isimlerden referans mektupları topladı.

Hürriyet Gazetesi'nden Razi Canikligil'in haberine göre Gülen'in ABD'de kalmasına yardımcı olmak için eski politikacılardan CIA ajanlarına kadar pek çok isim seferber oldu.

İşte Gülen'e yeşil kart için kefil olan o isimler:

George Fidas

Gülen'in I-140 yeşil kart başvurusu için mahkemeye sunulan destek mektuplarının ilk sırasında yer alıyor. CIA'dan Analiz ve Prodüksüyon Direktörü olarak emekli oldu. CIA'nın Balkan politikaları uzmanı ve halen Washington Universitesi Uluslarası İlişkiler Bölümü'nde ders veriyor. Yunan asıllı, Joint Military Intelligence Council'de de görevli.

Graham Fuller

Eski CIA ajanı ve yine eski "National Intelligence Council" Başkan Yardımcısı. "RAND Corporation"'da danışmanlık hizmeti veriyor.

İslam Davasını Sattılar!..

İslam Davasını Sattılar!..

Madde: İslamcı veya Müslüman görünen bazıları İslam'ı, İslam davasını, İslami hareketi satmıştır.

Soru: İslam'ı ve davayı satan bu adamlar mü'min midir?

Cevap: Mü'min gibi görünüyorlar ama onlarda nifakın (münafıklığın) çok alametleri sırıtmaktadır.

Soru: Bunlar İslam'ı ve davayı neye ve kaça sattılar?

Nedir bu HARİCİLİK? Neye, Nasıl inanırlar?

Nedir bu HARİCİLİK? Neye, Nasıl inanırlar?

Peygamberimizin ve eshâbının gösterdiği doğru yoldan ayrılmış olan fırkalardan biri.

Hazret-i Ali ile hazret-i Muâviye arasında 657 târihinde yapılan Sıffîn harbinde, hazret-i Ali hakem tâyinine râzı olup karşı tarafla sulhu(barışı) kabul ettiği için yanında olanlardan bir kısmı ondan ayrıldılar. Onun için bunlara “Hâricî” denilmiştir. Hâricî, “ayrılan, dışarı çıkan” demektir.

Doğru yolda bulunan Ehl-i sünnet âlimlerine göre bunlar “Fırak-ı dâlle” denilen bozuk fırkalardan sayılmışlardır.

Hâricîler, “Hâkim, ancak Allah’tır. Hazret-i Ali iki hakemin hükmüne uyarak, hilâfeti hazret-i Muâviye’ye bırakmakla büyük günâh işledi.” dediler. Onunla harp etmelerine, bu yanlış düşünüşleri sebeb oldu. Bâzı âyet-i kerîmelere ve meşhur olan hadîs-i şerîflere yanlış mânâlar vererek, kendileri gibi inanmayanlar için, “Kâfir oldular, onları öldürmek, mallarını, kadınlarını ganîmet olarak almak helâldir.” dediler.

Hâricîler, Emevî ve Abbâsî devletlerinde çeşitli bölgelerde sık sık isyânlar çıkararak çeşitli fitnelere ve huzursuzluklara sebeb olmuşlardır. Bâzı şehirler bir süre Hâricîlerin eline geçmiştir.

Hâricîler yedi fırkadır. Bunlardan İbâdiye fırkası, Abdullah bin İbâd adındaki kimsenin adamlarıdır. Bu fırka dörde ayrılmış ve günümüze kadar devâm etmiştir (Bkz. İbâdiyye). Bunlardan Yezîd bin Enise’nin adamlarına Yezîdî denildi. (Bkz. Yezîdîlik)

Önce dînî bir hüviyetle ortaya çıkan Hâricîler, kısa zamanda siyâsî bir mâhiyete bürünmüşler, ortaya attıkları sapık fikir ve görüşlerden dolayı pekçok kimsenin Ehl-i sünnet yolundan ayrılmasına sebeb olmuşlardır.

Hâricîlerin Ehl-i sünnet îtikâdına uymayan inanışlarından başlıcaları şunlardır:

HARİCİLER, kendileri gibi inanmayanları Kafir Kabul ederler...

HARİCİLER, kendileri gibi inanmayanları Kafir Kabul ederler...

Neo-Hariciler

HARİCİLER, kendileri gibi inanmayan ve düşünmeyen Müslümanları kafir kabul ederler. Şu anda İslam dünyasında yüzde bir oranında bile açık harici yoktur ama maalesef gizli neo-haricilerin sayısı o kadar az değildir.

Ehl-i Sünnet ve Cemaat Müslümanını kafir ilan eden Harici, onlara kolayca sövüp sayar.

Kardeşlik hukuku ve ahlakı tanımazlar. Hakaret ederler, en ağır iftiralarda bulunurlar.

Harici pek tartışmaz. Onun dediği dedik, yaptığı yaptıktır.

Beline patlayıcı madde saracak, halkın kalabalık olduğu bir yere gidecek, düğmeye basacak, hem kendisi bin parça olacak, hem de bir yığın masum, suçsuz sivil insanı, kadını, çocuğu, ihtiyarı öldürüp yaralayacak. Bu kıyımın adı da cihad olacak. Harici mantığı budur.

Cesaretiniz var mı? Şu dinler arası diyaloğu ehline soralım?

Cesaretiniz var mı? Şu dinler arası diyaloğu ehline soralım?
Muhterem Diyalogçu kardeşime... Selamdan sonra... Bendeniz isim vererek hiçbir şahsı ve cemaati suçlamam. Tenkitlerim anonimdir. Yazılarımdaki suçlamaları üzerinize almış ve sorularımı, ithamlarımı cevaplandıracak yerde mukabil hücuma geçmişsiniz. Size tekrar çok açık ve seçik şekilde soruyorum:


Birinci soru: Bir tv kanalında bir Alman Diyalog programı yapıyor. Başlangıçta ekranda Sultanahmet Camii görünüyor. Onun arka planından bir haç yükseliyor yükseliyor, camiden büyük hale geliyor. Böyle bir şeyi İslam dini, Tevhid akidesi kabul eder mi? Bunun te'vili var mıdır? Lütfen samimi olunuz ve açık cevap veriniz.

İkinci soru: Mardin'de tarihi Kasımiye medresesinde Dinlerarası Diyalog (veya festival) yapılıyor. Çeşitli kiliselere mensup papazlar, patrikler... Diyanet'in bir müftüsü... Çanlar çılgınca çalınıyor, aynı zamanda Ezan'lar okunmaya başlıyor. Medresenin avlusunda bir havuz var, ortasında tahtadan derme çatma bir köprü yapılmış. Çanlar çalar, Ezan'lar okunurken papazlar ve müftü cenapları tantana ile oradan geçiyorlar. Rivayete göre o köprü Sırat köprüsünü temsil ediyormuş ve üç dinin mensupları oradan geçip Cennet'e giriyormuş... Böyle bir rezalet 1400 yıllık İslam tarihinde görülmüş müdür?

Atatürk'ün Türkçesi (Anlayabilen beri gelsin)

Atatürk'ün Türkçesi (Anlayabilen beri gelsin)

4 Ekim 1934 tarihli CHP'nin yayın organı Hakimiyet-i Milliye (Ulus) Gazetesi'nde şu haber yayınlanmıştı:

"Reisicumhurumuzun Konukları Geldiler... Reisicumhur Hazretlerinin büyük misafirleri İsveç Veliahtı Prens Güstav Adolf Hazretleriyle zevcesi Prenses Luiz ve kerimesi Prenses İngrit hazeratı hususi trenle dün saat 10.45'de Ankara'ya gelmişlerdir...

Akşam muhterem misafirimiz veliaht Prens Güstav Adolf şerefine Reisicumhur Hazretleri tarafından bir ziyafet verilmiştir. Ziyafette Reisicumhur Hazretleriyle Prens Hazretleri arasında ayrıca dercettiğimiz nutuklar irat edilmiştir. Ziyafeti bir suvare takip etmiş ve geç vakte kadar devam etmiştir.

Gazi'mizin ziyafette söylediği nutuk:

"Altes Ruvayâl!.. Bu gece ulu konuklarımıza, Türkiye'ye uğur getirdiklerini söylerken, duygum, tükel özgü bir kıvançtır. Burada kaldığınız uzca sizi sarmaktan hiç durmayacak ılık sevgi içinde, bu yurtta yurdunuz için beslenmiş duyguların bir yankusunu bulacaksınız. İsveç Türk uluslarının kazanmış oldukları utkuların silinmez damgalarını tarih taşımaktadır. Süerdemliği, onu, bu iki ulus, ünlü, sanlı özlerinin derinliğinde sonsuz tutmaktadır. Ancak, daha başka bir alanda da onlar erdemlerini o denlü yaltırıklı yöndemle göstermişlerdir. Bu yolda kazandıkları utkular, gerçekten daha az özençe değer değildir.

Gül Sevgimiz "...ol andelîbi gülzâr-ı fesahat.."

Gül Sevgimiz "...ol andelîbi gülzâr-ı fesahat.."

İbret nazarıyla bakan, basîret sahibi gözler için mahlûkâtta, Hâlık'a götüren, Rabbinin kudret ve azametine işaret eden nice âyetler vardır.
Tasavvuf çevrelerinde, kırlara çıkmak, tabiata ibret nazarıyla bakmak için dolaşmak vardır.

Bitkilerden, özellikle çiçeklerden manâlar, temsiller çıkarılır, sembollerle anlatılır. Belli bir makama gelenler, onların teşbihlerini, zikirlerini duyarlar. Şemseddîn Sivasî şöyle der:

5 Mayıs 2011 Perşembe

Müfsid- i Kebir (Büyük fesatçı); Cemaleddin Afgani...

Müfsid- i Kebir (Büyük fesatçı); Cemaleddin Afgani...


Afganistanlı politikacı ve gazeteci. Asıl adı Muhammed bin Safder el-Hüseynî olup, Cemâleddîn-i Efgânî diye meşhurdur. 1838’de Afganistan’ın Kabil şehrine yakın Esadâbâd kasabasında doğdu. Onun Hemedan’da doğan İranlı bir şiî olduğunu söyleyenler de vardır. 1897’de İstanbul’da öldü.

İlk tahsilini memleketinde yaptı. Tahsîl için Hindist...an’a gitti. Bilhassa lisanlara karşı kabiliyetli olan Cemâleddîn; Farsça, Arapça, Fransızca öğrendi. Milliyeti kesin olmayan, Cemaleddîn-i Eganî’nin; Türk, Afganlı, İranlı ve Hindli olduğu hakkında çeşitli rivayetler vardır. Türklerle konuşurken Türk’üm, Afganlılarla konuşurken Afganlıyım diyen Cemâleddîn-i Efgânî, din bilgisi az olduğundan, doğru yolda olmayanların te’sirinde kalarak Ehl-i sünnet îtikâdından ayrıldı ve İslâm âleminde on dokuzuncu yüzyılın sonlarında ortaya çıkan dinde reform hareketlerinin önderliğini yaptı! 1857’de hac bahanesiyle Hicaz’a gidip reform fikirlerini anlatma fırsatı buldu. Hicaz’dan Kabil’e dönüp, Dost Muhammed Hân zamanında hükümet ricali arasında bulundu. Hindistan’a, oradan da Mısır’a geçti.

Tanzîmât dönemi Osmanlı sadrâzamlarından Alî Paşa tarafından 1868’de İstanbul’a davet edilerek, Meclis-i meârif âzâlığı vazifesi verildi. Osmanlı Dâr-ül-fünûnu’nun açılışında verdiği bir konferansta; “İslâmî Abdülazîz Devleti’nin semâsından ziyâde güneşler çıkararak, onların nurları ile bütün âlemi nurlandıran ve kendilerine vükelâ yaparak hilâfet yolunda karar kıldıran Muhammedi Osmanlı saltanatının feleğinden parlak bedirler gösteren ve onların ziyası ile bütün Âdemoğullarını aydınlatan, kendilerini vezirler yaparak adalet mıntıkasında isbat eden Allah’a hamd olsun.

Salât da; yüce akıllara ve zekî nefslere, bâhusus akl-ı külle ve yolları kânunlaştırana (san’atlardan bir san’atı elde eden peygambere) ve O’nun nurlarından iktibas ederek makamların en yükseğine erişenlere olsun...” diyerek, peygamberliğin san’atlardan bir san’at olduğunu, İslâmiyet’in ilmî ilerlemelere mâni olduğunu iddia etti. Cemâleddîn-i Efgânî’nîn bu konuşması, Osmanlı âlimlerince şiddetle tenkîd edildi. Din ve devlet aleyhinde başka konuşmaları da bulunan Cemâleddîn-i Efgânî’nin fesatçılığı ortaya çıkınca, İstanbul’dan kovuldu. Osmanlı şeyhülislâmı Hasan Fehmi Efendi, onun cahilliğini ve yanlış yolda olduğunu bütün delilleriyle ortaya koydu.

Ayıdan Post, Gâvurdan Dost Olmaz (Atasözü)

Ayıdan Post, Gâvurdan Dost Olmaz (Atasözü)


Haçlı taassubu ve Kudüs'ün kurtarılması

İstisnasız Avrupalının hemen hepsi de Haçlı ruhuna sahiptirler. Aralarındaki fark şudur: Meselâ Almanlar, bu tıynetlerini, açıkça ortaya koyarlar... Irkçılık, fanatizm suratlarından akar. Bu yüzden de, çok istedikleri halde, sömürgecilikte başarı gösterememişlerdir.

Sözgelişi İngilizler ise, aynı ırkçı-fanatik tıynetlerini, telkinle, oyunla, tebessümle gizlerler. Ziya Paşa'nın, "Yaktı nice canlar o nezâketle tebessüm!" dediğini hatırlamamak mümkün mü?

Avrupa, kendisinin dışındakiler bahis mevzuu(söz konusu) olduğunda, her zaman birleşmiştir. Müslümanlar'a (bilhassa da Müslüman Türkler'e), Budistler'e, Komünistler'e, Japonlar'a karşı daima hem din taassubu, hem ırk barbarlığı, hem insaniyet düşmanlığı, hem de soygun ortaklığı yapmışlardır.

Masonların İntikamı Ağır Oldu; Hüseyin Üzmez'e Ne oldu?

Masonların İntikamı Ağır Oldu; Hüseyin Üzmez'e Ne oldu?


Sadece on yedi yaşında bir lise öğrencisiydi…
Devrin en etkili kalemşörünü yani Selanikli Yahudi dönmesi (Sabetaycı) Ahmet Emin Yalman’ı altı el ateş edip devrin Sabetaycı başbaşkanı Adnan Menderes’in ayaklarının altına yıktığında daha on yedi yaşındaydı…

...Tanınmadan, teşhis edilemeden kaçmayı başarmış ama yakalanan arkadaşlarına yapılan zulümlere dayanamayıp kendi iradesiyle teslim olmayı seçmişti…

Cumhuriyet tarihinin ihanet şebekesi olan, Osmanlı’yı yıkıp yerine kendi fikir ve görüşlerine uygun yeni Cumhuriyeti kuran ve Sabetaycı yada Yahudi Dönmesi diye bilinen kliğin o zamandaki en etkili kalemşörü olan Ahmet Emin Yalman’ı neden vurduğu kendisine sorulduğunda;

Arada bir itliğimiz tutar! Bir başka açıdan Türk Masonları.

Arada bir itliğimiz tutar! Bir başka açıdan Türk Masonları.


Bir gün Mason Derneği'nin önünden geçiyordum. Herhalde o akşam önemli bir toplantıları vardı. Hava henüz kararmamıştı. Buna rağmen, binanın bütün odalarında ışıklar yanıyordu. Beş-altı mason birader, binanın önünde toplanmışlar, kendi aralarında konuşuyorlardı.

Hepsi aynı tip giysiler içindelerdi. Beyaz gömlek, siyah elbiseler giymişler, boyunlarına da siyah papyon takmışlardı. Mendil ceplerinde de birer kırmızı karanfil vardı.

Ben Demokrasiye İnanmıyorum! Şart mı Kardeşim?

Ben Demokrasiye İnanmıyorum! Şart mı Kardeşim?


Demokrasi, inanılması zorunlu olan bir inanç esası mıdır?

------


..."Demokrasi Düşmanıyım" diye iki yazı yazmıştım. Kemalist dostlar yazıhaneme geldiler. Sanki kendileri çok demokratmışlar gibi... Karşımda demokrasiyi savunuyorlardı.

"Bizi bölücüler sevmez., Irkçılar sevmez. Komünistler sevmez. Faşistler sevmez. Şeriatçılar sevmez. Ama bakıyoruz, sizi her kesimden insanlar seviyor. Biz de seviyoruz. Komünistler, faşistler, farklı etnik kökenden gelenler, inanan, inanmayan herkes seviyor..." diyorlardı.

Baktım lâfı uzatacaklar, sözlerini kestim.
- Hapishanelerde beni tanıyan ne kadar, hırsız, katil, yankesici dolandırıcı, davulcu, zurnacı, dümbelekçi, esrarcı varsa, onlar de beni seviyorlar. Siz bununla ne demek istiyorsunuz? dedim.
- Kardeşim bu, büyük bir onurdur. Herkes tarafından sevilmek ne kadar güzel! Sen nasıl demokrat olmazsın? diyorlardı.
- Bunda samimi misiniz? dedim.
- Elbette ki samimiyiz... dediler.
- Demek ki benim inancımın demokrasiye ihtiyacı yokmuş.Demokrasi yokken biz yine vardık. 3 kıt'aya, 7 denize hâkimdik.

Viyana Kâpıları'nda at oynatır, Cihâna Ferman okuturduk. Bugün demokrasi var. Batı'nın uşağı ve kölesi durumuna düştük. Ben Hindistan'a gitsem, ineğin önünde önümü düğmelerim. Gerçi bu bana pek de zor gelmez. Çünkü nice öküzlerin önünde önümüzü düğmelemeye zaten alışmışız. Saygım elbette ki ineğe değildir. Onu kutsal bilen Hintli'yedir: Halbuki siz, sizden olmayanlara hayat hakkı bile tanımıyorsunuz. Aş isteyen, iş isteyen, ekmek isteyen, özgürlük ve adalet isteyen zavallı insanların karşısına marşlarla çıkıyorsunuz. "Göğsümüz Cumhuriyet'in tunç siperi/Kanla irfanla kurduk biz bu Cumhuriyeti" diye yeri, göğü birbirine katıyorsunuz. Sanki Cumhuriyeti kabullenmeyenler varmış gibi...

Cumhuriyet "Halk İdaresi" demektir. Halkın 4-5 yılda bir sandık başına gitmekten başka, yaptığı bir iş var mı? Yönetime karışıyor mu? Sizinki "Cumhursuz Cumhuriyet..." Yani halksız, halk idaresi... Böyle olur mu? Atatürk boşuna mı "Halkçıyız" demişti? Halbuki siz kopuksunuz. Yani halktan kopuk canım...

Hüseyni Makamında Nükteler, Hüseyin Üzmez, Sayfa:39, TİMAŞ Yayınları,2001

Karım bir gerici, Ondan ayrılmak istiyorum!

Karım bir gerici, Ondan ayrılmak istiyorum!


1950'li yılların sonuydu.
Bir gazetede bir resim vardı. Çarşaflı bir hanım resmiydi. Altında da: "Kocası, kıyafetinden dolayı bu kadını boşuyor" yazılıydı. Haberi okudum. Koca, eşini mahkemeye vermişti. Ondan ayrılmak istiyordu. Gerekçesi de şuydu:

"Güreşçiyim... Avrupa'da, Amerika'da müsabakalar yaptım. Birinci, ikinci, üçüncü oldum. Altın, gümüş, bronz madalyalarım var. Onları devlet büyüklerinin ellerinden aldım. İlkokul mezunuyum ama... Dünya görmüş adamım. "Çok yaşayan mı, çok gezen mi bilir", derler. Bilgim, görgüm, kültürüm arttı. Millî güreşçiyim. Nereye gitsem tanınıyorum. Sosyal seviyem oldukça yükseldi. Karım bana ayak uyduramıyor. Dans bilmiyor. Öğrenmek de istemiyor. Erkek eli sıkmıyor. Yemek yerken çatal-bıçak kullanmıyor. Parfüm sürmüyor. Manikür, pedikür yaptırmıyor. Görkemli düğünlere gelmiyor. Dansa kalkmak şöyle dursun, kabul dahi etmiyor. Hacıbekir sabunuyla yıkanıyor. Pis pis sabun kokuyor. Kısacası, benim sosyal çevreme ayak uyduramıyor. Ben çağdaş ve uygarım. O. gördüğünüz gibi çağdışı... Mürteci, gerici ve yobaz... Üstelik psikolojik dengesi de bozuk. Sabah akşam dudakları kıpır kıpır ediyor. Sanki cinlerle, perilerle konuşuyor. İşte bütün bu nedenlerle kendisinden ayrılmak istiyorum. Bizi boşayın, sayın yargıcım!.." diyordu.
Hâkim: "Çocuklarınız var mı?" diye soruyor. Adam: "Yok" diyor.
Kaç yıldır evlisiniz?
Beş yıldır...
Hiç çocuğunuz olmadı mı?
Olmadı...
Neden?

Nedir Bu Ağlama Duvarı?

Nedir Bu Ağlama Duvarı?

Yahudilerin, Süleyman aleyhisselamın Kudüs’te yaptırdığı Beyt-ül-Makdis (Mescid-i Aksa)ten kaldığına inandıkları ve kutsal kabul ettikleri duvar. Yahudilerin ha-Kotel ha-Ma’aravi (batı duvar) dedikleri bu duvar zamanla Hıristiyanlığın tesiriyle “Ağlama Duvarı” olarak adlandırılmıştır. Yaklaşık 485 m uzunluğunda olan Ağlama Duvarı, toprak seviyesinin üstünde yirmi dört büyük taş sırası ile yer altında kalan on dokuz taş sırasından meydana gelir. Yüksekliği toprak seviyesinden itibaren 18 m olup 6 metresi mabed alanının seviyesini aşmaktadır. Taşlardan bazılarının uzunluğu 12 m, yüksekliği 1 m, ağırlığı ise 100 tondan fazladır. 1967 Arap-İsrail (Altı Gün) Savaşına kadar sadece 30 metrelik kısmı ibadet için kullanılmaktaydı. Bugünkü haliyle duvarın en üstünde bulunan on bir sıra, İslami dönemden kalmadır. Geri kalan kısım ise hazret-i Süleyman zamanından kalma olmayıp Herod (Hirodes) dönemi mimari özelliklerini taşımaktadır.

Osmanlı'ya Tahammül Edemeyen Rus Çarı İntihar Etti

Osmanlı'ya Tahammül Edemeyen Rus Çarı İntihar Etti
Osmanlı Devleti Zafer Üstüne Zafer Kazanınca Rus Çarı I. NİCOLAS İntihar Etti!


Rus Çarı I. Nicolas, Osmanlı'nın zafer üstüne zafer kazandığını duydukça kahroluyordu

İslâm'ın bu amansız düşmanı, Osmanlı devletinin hasta yatağına düştüğünü söylemiş ve "hasta adamın" mirasından pay almak için alelacele savaş açmıştı. Fakat hesapları tutmamıştı. Hasta dediği Osmanlı Devleti dimdik karşısındaydı ve Rus ordularına darbe üstüne darbe indiriyordu.

Osmanlı ordusu ilk önce 5 Kasım 1853'te Rus ordusunu bozguna uğratmıştı. Bu savaşta 1200 Rus askeri ölmüştü.

5 Ocak 1854'te Rus orduları Çatana'da büyük bir bozguna uğramıştı.

17 Nisan 1854'te Vidin'in karşısında ve Tuna üzerinde bulunan Kalafat'taki çarpışmalar da yine Osmanlı ordusunun zaferiyle neticelenmişti.

4 Mayıs 2011 Çarşamba

Ben O Heriflerin Ayağına Gitmem

Ben O Heriflerin Ayağına Gitmem

Ord. Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay, hâtıralarını anlatırken, İbnülemin Mahmud Kemal İnal Beyin "Son Sadrâzamlar" isimli eseri ile alâkalı olarak şunları söylüyor:

"Valiliğim sırasında bir gün Celal Bayar, Adnan Menderes ve bazı bakanlar İstanbul'a geldiler. Efendi Hazretlerini buraya getir diye Florya Köşküden haber gönderdiler. Derhal Mahmud Kemal Bey'e gittim ve durumu arzettim. Öfkeli bir tavırla,

— Ben o heriflerin ayağına gitmem! dedi.

Israr ettim, yalvardım, yakardım. Sonunda ikna etmeyi başardım. Bin naz ile ve söylene söylene Florya Deniz Köşkü'ne götürdüm. Yenilip içildiği, ileri geri konuşulduğu bir sırada Celal Bayar, ibnülemin Mahmud Kemal Bey'e dönüp dedi ki:
— Efendi! "Son Sadrâzamlar" adındaki eserinizi okudum. Hakikaten güzel yazmışsınız. Lâkin hep Osmanlı döneminin sadrâzamlarını (Başbakanlarını)
anlatıyorsunuz! Acaba, bir eser daha kaleme alsanız, orada da Cumhuriyet devrininin başvekillerini, cumhurbaşkanlarını yazsanız nasıl olur?

Kaza, Kader ve İrade nedir?

Kaza, Kader ve İrade nedir?



Kader, kazâ ve irâde, Ehl-i Sünnet’in inanç esasları içerisinde üç temel kavramdır.

Mâlumdur ki, Allah Teâlâ’dan başka bir yaratıcı yoktur. Kâinatte meydana gelen ve gelecek olan her şey, mutlaka O’nun ilmi (bilmesi), irâdesi (dilemesi) ve yaratmasıyla vücûda gelir.

Herhangi bir şeyin muayyen bir şekilde vücûda gelmesini Allah Teâlâ’nın ezelde dilemiş olmasına “kader” adı verilir ve kader’e inanmak da imanın şartlarından altıncısıdır.

Allah Teâlâ’nın dilemiş olduğu herhangi bir şeyi, zamanı gelince meydana getirmesine de “kazâ” denilir.

Bir başka ifadeyle kader, Allâhü zü’l-Celâl’in her şeyi bilmesi ve yazması... Tâbir caizse, kâinatın plan ve projesi. Yani olmuşlar, olanlar, olacaklar... Bütün bunlar, kader defterinde mevcut. Bunların başa gelmesi, kaderdeki bir hükmün infâzı, yerine getirilmesi de kazâdır. İrâde ise, insandaki seçme kuvveti, önündeki şıklardan birisini tercih edebilme hürriyetidir. Meselâ hepimizin ne zaman, nerede, ne yapacağımız yazılmıştır. Şu okumakta olduğumuz yazıyı okuyacağımız, kaderimizde vardır. Okuduğumuz zaman da bu hüküm infaz edildi ve kazâ oldu demektir. Okumak veya okumamak hususunda düşündükten sonra, okumaya karar verdik ki, bu da irâdemizi gösterir.

Sabetaycıları Araştırmak SUÇ DEĞİLDİR..

Sabetaycıları Araştırmak SUÇ DEĞİLDİR..
Sabetaycıları Araştırmak SUÇ DEĞİLDİR..




GEÇENLERDE Sky-Türk televizyonunda Sabataycılık konusunda beyan ettiğim bazı fikir ve görüşler birtakım Sabataycıları ve Sabataycı-severleri rahatsız etmişe benziyor. Bu husustaki tenkit ve itirazlara verdiğim cevapları aşağıda okuyacaksınız:


1. Sabataycılık konusunu kurcalamaya, araştırmaya ne hakkınız var?

Cevap: Bilgi edinmek, incelemek, araştırmak, yasal sınırları aşıp taşmamak şartıyla tenkit etmek insanların ve vatandaşların temel haklarındandır. Ülkemizde Sabataycılık diye önemli bir mesele vardır. Merak ediyoruz, inceliyoruz, araştırıyoruz, tenkit edilecek tarafları varsa -kendimize göre- tenkit ediyoruz. Bunda gocunacak, tedirgin ve rahatsız olacak ne var?


2. Sabataycılar birtakım gizli sinagoglarda ibadet ediyorlarsa bundan sana ne? Adamların gizli hallerini araştırmak ahlâka ve din hürriyetine aykırı değil midir?

Cevap: İslâm, Hıristiyanlık, Musevilik, Budizm, Hinduizm gibi dinler hakkında araştırma yapılıyor mu? Bu konuda yüzbinlerce kitap, makale yazılmış mıdır? Sabataycılık da bir dindir, onunla ilgili araştırma yapılması, bilgi edinilmesi de çok tabiîdir. Böyle bir şeyin ahlâka aykırı hiçbir tarafı yoktur. Aksine, insanlar bilgilendirildiği için ahlâken tebrik ve takdire şayan bir çalışmadır.

3- Sabataycılarla niçin ilgileniyorsunuz?Bırakın adamlar huzur ve rahat içinde kendi dinlerine göre yaşasınlar...

Türkiye'de bir buçuk milyon kripto (gizli) Yahudi bulunuyor...

Türkiye'de bir buçuk milyon kripto (gizli) Yahudi bulunuyor...

Türkiye İsrail münasebetleri konusunda tam bir kafa karışıklığı var. Bazıları one minute çıkışlarına bakarak, iki devletin ilişkilerinin kötüleştiğini sanıyor. One minute, buzdağının su üzerinde göze görünen yüzde bir kısmıdır, yüzde doksan dokuzu görünmez.

İsrail ile Türkiye arasında çok gizli tutulan anlaşmalar bulunmaktadır. Bunlar yürürlüktedir.

BOP çerçevesi içinde ABD Ortadoğu'da bir takım manevralar çevirmekte, Türkiye'yi bu konuda kullanmaktadır.

Türkiye'deki resmî Yahudi sayısı şu anda 15 bin civarındadır. Bunların yanında bir de bir buçuk milyon Kripto Yahudi bulunmaktadır.

1. Sabataycılar.

2. Alevî Bektaşi kılığına girmiş Yahudiler.

3.Müslüman görünen Kürt Yahudileri.

Kuş kadar aklı olan bir insan, bu bir buçuk milyon Yahudinin Türkiye'yi ellerinde oynatacaklarını bilir, anlar ve kavrar.

Medyada onlar, finans ve bankada onlar, iktisat ve ticarette onlar, ihracat ve ithalatta onlar, üniversitelerde onlar...

Alparslan(Hüseyin Feyzullah) Türkeş'in Bağlı Olduğu Yahudi Tarikatı

Alparslan(Hüseyin Feyzullah) Türkeş'in Bağlı Olduğu Yahudi Tarikatı

ALPARSLAN TÜRKEŞ'İN BAĞLI OLDUĞU "ARUSİ TARİKATI" Müslüman gözüken Yahudi Tarikatıydı. Şeyh Harun KAN = “Aaron Kanduyati” idi.

Araştırmacı Yazar Soner Yalçın "Beyaz Müslümanların Sırrı Efendi-2" kitabıyla gündemde.. Kitapta inanılmaz iddilar ortaya atılmış… Soner Yalçın kitabının ilk bölümünde Sebatayistlerin müslüman tarikatlara girdiklerini,tarikatlara girerek sebatayist kimliklerini sakladıklarını iddia ediyor.


HARUN HOCA “AARON KANDUYATİ” KİMDİR?

Türkeş, ABD Büyükelçiliğine Tank Dayadı ...

Alparslan Türkeş, ABD Büyükelçiliğine Tank Dayadı, darbe parası istedi ...

ALPARSLAN TÜRKEŞ (Gerçek adı ile Hüseyin Feyzullah), ABD Büyükelçiliği'ne TANK DAYADI ve Darbe için para istedi.

ABD'li emekli bir generalin aktardığına göre, 27 Mayıs 1960 ihtilalinin ardından Alparslan Türkeş ABD Büyükelçiliği'ne tank dayayıp para istemiş. İşte Ardan Zentürk'ün kaleminden emekli generalin hatırası...

1999 yılının sonbahar günleri, Washington, her zamanki gibi güzeldi... Bir kente sonbahar yakışır mı... Mesela benim göz nurum İstanbul, ilkbahar ile güzelleşen bir kenttir... Washington’ a da sonbahar yakışır...

Kuşkusuz, kentin Beyaz Saray’a yakın bir bölgesinde bulunan ve kurulduğu günden beri savaşı eksik olmamış bir ülke olarak tüm savaşların da anılarını duvarlarında sergileyen ‘Emekli Askerler Kulübü’nün bir masasında oturan hayli yaşlı fakat bir o kadar da dinç kişi, bana, bugüne kadar yazmadığım bir anısını aktarıyordu...

Fred Haynes...

İkinci Dünya Savaşı’nda ünlü Okinawa adasına çıkan deniz piyadelerinin en ön saflarında yer alan iyi bir asker... Kore Savaşı’nda Türk Tugayı’nın inanılmaz kahramanlıklarına şahit olmuş ve Türkiye ile gönül bağını o yıllarda kurmuş emekli bir Amerikalı general...

Bir de... 1950’li yıllarda, yani Adnan Menderes liderliğindeki Demokrat Parti’nin ülkeyi tek başına taşıdığı günlerde Ankara’daki Amerikan Büyükelçiliği’nde askeri ataşe olarak görev yapmış bir isim...

Washington’daki ‘askeri kulüpte’ bir yandan yemeğimizi yerken, diğer yandan, Amerikan-Türk Dostluk Konseyi Başkanı olarak geçmişin ilginç labirentlerine girmeyi tercih etmişti:

‘Menderes ile son konuşmamızı çok iyi hatırlıyorum. Büyükelçi ile birlikte gitmiştik. Kendisinden çok emin bir ifadesi vardı. Oysa bizim elimizdeki raporlar, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin alt kadrolarının çok hareketli olduğu, hatta, başbakanın evlilik dışı hayatının bile kurmaylar arasında sohbet konusu yapıldığı yönündeydi. Bunu, büyükelçinin yanında kendisine aktardım, siyasi olduğu kadar özel yaşamından kaynaklanan bazı iddiaların ileride büyütülerek kendisinin hırpalanacağını ifade ettim...Biraz durgunlaştı ama üzerinde durmamayı tercih etti...’

TÜRKEŞ: İHTİLALİN PARASI YOK...

Abdülhamid in kızı yüz liraya muhtaçtı

Abdülhamid in kızı yüz liraya muhtaçtı

"Son Osmanlılar" belgeselinde bugüne kadar yayınlanmamış çok sayıda doküman ve fotoğraf da yeralıyor.

İşte, bu belgelerden biri: Son dönem Osmanlı tarihinin en güçlü hükümdarlarından olan İkinci Abdülhamid'in 1887 ile 1960 yılları arasında yaşayan kızı Ayşe Sultan'ın, Fransa'da sürgünde bulunduğu 1951'de, amcası son padişah Sultan Vahideddin'in yine Fransa'da sürgünde yaşayan kızı Sabiha Sultan'a 17 Temmuz günü gönderdiği duygu dolu bir mektup... Ayşe Sultan "gözyaşları içerisinde yazdığını" söylediği mektubunda, kuzeninden hasta olan oğlunun tedavi masrafları için 100 lira istiyor:

"İki gözüm sevgili hemşirem,

Eğer bir mecburiyet altında olmasaydım yazmaz ve rica ile rahatsız etmezdim. ...İçler acısı oğlum Hamid, bir aydır büyük krizler geçirerek hayatı ile mücadele etmektedir. Ne yapacağımı bilmeyerek şaşkın, meyus, nikbin, gözyaşımla kaldım.

Doktorlar hemen derhal hastahaneye girip tedavi edilmesi lüzum-ı kat'isini söylüyorlar. Aksi halde maazallah, hayatı tehlikededir. ...Ne yapacağımı bilmiyorum. Bana yüz lira göndermen mümkün müdür kardeşim? Eğer bana bu iyiliği edersen, oğlumun hayatını kurtaracaksın.

Senin nasıl şefkatli bir anne olduğunu biliyorum. Benim bu feláketimde yardım etmenizi rica ederim. Mektubumu yazarken gözyaşlarım akıyor. Allah sana evládlarını bağışlasın. Cevabını serian (hızlı bir şekilde) bekleyerek yardımını tekrar rica eder, muhabbetle gözlerinden öperim sevgili kardeşim.

Ayşe"

Murat Bardakçı
(Hürriyet, 17.01.2006)

2 Mayıs 2011 Pazartesi

Hangisi Hain? Sultan Vahdettin mi? Yoksa Mustafa Kemal Paşa mı?

Hangisi Hain? Sultan Vahideddin mi? Yoksa Mustafa Kemal Paşa mı?


Resmî tarihin Sultan Vahdettin saplantısı

Kemal Paşa,İstanbul’da kendi parasıyla çıkardığı "Minber" adlı gazetenin işgalci İngiliz kuvvetlerini tebrik edip,alkışlamış;17 Kasım 1918’de aynı gazetede çıkan söyleşisinde "İngilizlerden daha hayırhah (iyiliksever) bir dost olmayacağı" mesajını verdiğini de, ertesi gün çıkan Vakit gazetesindSule ise "Britanya hükümetinin Osmanlılara karşı olan iyi niyetlerinden şüphe etmediğini" söylediğini ve dahi "muhataplarımızla [yani İngilizler, Fransızlar vd.] anlaşmak lazımdır" demiştir.


Karabekir'in hatıratında Vahdettin

Kazım Karabekir’in kitaplarının dahi sansüre uğradığını,yakıldığını bilmeyen yoktur!

Karabekir Paşa’nın Erzurum’a gitmeden önceki 11Nisan 1919 Sultan Vahidettin Han’la görüşmesi sırasında Sultan, "Paşa, ben ve millet sizlerden ümitliyiz... Hayır dualarım ve niyâzlarım sizinle beraberdir"demiş,Karabekir Paşa’da, "Kumandan ve asker evlatlarınızla bütün millet zât-ı şahaneleri etrafında bir kalp ve bir kafa gibi toplanabilir şevket-meâb."Görüşme bitip Karabekir Paşa dışarı çıktığında,Kemal Paşa onu heyecanlı bekliyordu ve sordu: “Neler konuştunuz? “Karabekir, Padişah'ın kendisini hayır dualarla yolculadığını anlatınca Kemal Paşa şu anlamlı tespiti yapar oracıkta: “Sen Erzurum'a yerleşince vatanın üç uç noktasında üç temel dayanak noktası teşekkül ediyor.”

Mustafa Kemal’in Filistin Cephesi Hezimeti

Mustafa Kemal’in Filistin Cephesi Hezimeti

Filistin cephesinde üç ordumuz vardı. Dördüncü, Yedinci ve Sekizinci ordulardan mürekkep olup, "Yıldırım Orduları" adını alan bu kuvvetlerin cephe kumandanı Liman Von Sanders'di. Dördüncü ordu kumandanı Cemal Paşa, sekizinci ordu kumandanı Cevad Paşa, yedinci ordu kumandanı ise Mustafa Kemal Paşa idi.

(....)

31 Ağustos 1918de bu cephede... o kadar âni bir çöküş vukûa geldi ve bu hal, o derece sür'atli bir hezimete yol açtı ki, kilometrelerce geride bulunan ordu kumandanları bile canlarını güçlükle kurtarabildiler.

Devletimizi Mondros Mütârekenamesini imzalamaya mecbur bırakan bu hezimet esnasında sekizinci ordu kumandanı Cevat Paşa, kalpağını bile alamadan kendisini Şâm'a zor atmıştır.

Bu hezimet, yedinci ordu kumandanı Mustafa Kemal Paşa'nın sağ ve solundaki dördüncü ve sekizinci ordulara haber vermeden âni bir şekilde ric'at (geri çekilme) etmesiyle ortaya çıkmıştır. Bu sûretle merkezi durumdaki yedinci ordunun ani ve habersiz geri çekilmesi ile cephede açılan boşluktan saldıran İngilizler, sağ ve soldaki dördüncü ve sekizinci orduları arkadan kuşatarak 75 bin esir ve 375 bin adet top ele geçirmişlerdir.

Mısıroğlu, Lozan zafer mi, hezimet mi? s 173, 174, 175

Çanakkale'de başkomutanımız bir Alman amiraliydi...

Çanakkale'de başkomutanımız bir Alman amiraliydi...


Otto Liman Von Sanders

1915’te, Çanakkale Savaşlarında Osmanlı kuvvetlerini yöneten Alman Deniz generali(amiral).

Çanakkale'yi savunan Osmanlı 5. Ordu Komutanı Mareşal Liman von Sanders Osmanlı Devleti'ndeki Alman Danışma Kurulu Başkanıydı.
...
Bakanlık ve Genelkurmay Başkanlığı makamlarından sonra, cephe içerisindeki en yetkli komutandı.
Bu yönden bakıldığında Çanakkale Savaşında Başkomutandı..

Miralay (Alay komutanı, albay) Mustafa Kemal ise O'nun emrine bağlı albaylardan sadece biriydi ve 19. ihtiyat (yedek) tümen komutanıydı. Liman paşa, Esad paşa ve Enver paşa ile sıkı bir iletişim halinde Çanakkale'de ki savaşlarımızı yönetmiştir. O tarihlerde Osmanlı ordusu ve donanması içerisinde 40.000 e yakın Alman subayının görev aldığı bilinmektedir.

Almanlarla bu derece içli dışlı olmamız ve 1. Dünya savaşında yanlış bir kararla Almanlarla müttefik olup, tamamen onların menfaatine uygun olarak savaşmamız, Talat, Enver ve Cemal paşa üçlüsünün gafleti yada ihanetidir.


Otto Liman Von Sanders:
17 Şubat 1855 senesinde Pomeranya’da, Stolp şehrinde dünyâya geldi. 1913 senesinde Kasel’deki 22’nci Piyade Alayında Orgeneral iken Balkan Savaşlarında yıpranan Osmanlı ordularını ıslah etmek için Türkiye’ye gönderildi. Rusya, Osmanlı kuvvetlerine bir Alman generalinin gönderilmesini şiddetle protesto etti. Liman, askerî yönetimde yaptığı reformlar yüzünden Enver Paşa ile anlaşamadı. 1915 senesinde Beşinci Ordunun başında, Çanakkale ve Gelibolu’yu İngiliz ve Avustralya donanmalarına karşı başarılı bir şekilde savundu. İngilizlerin câsusluk faaliyetleri sonucu, verdikleri büyük zâyiatı, istihbârât tedbirleri aldırarak önledi. Câsusluk faaliyetlerini Padişah’a rapor etti. Liman, bu başarısından sonra 1 Mart 1918’de Suriye ve Filistin’deki Dördüncü, Yedinci ve Sekizinci ordulardan meydana gelen Yıldırım Orduları grubunun başına getirilerek, İngilizlerin daha fazla ilerlemesini durdurdu. Ancak İngiliz generali Edmund Allenby, başarı göstererek bu cepheyi çökertti (Eylül 1918). Liman, Birinci DünyâSavaşı sona erip Mondros Mütârekesi imzâlanınca Almanya’ya döndü ve 22 Ağustos 1929 senesinde öldü.

İngiliz Generali Hamilton, Liman’ın Gelibolu’daki başarısını Hâtırât’nda övmüştür.Türkiyede Beş Sene (Fünf Jahre in Türkei) ve Silahlanmış Millet adlı iki eseri vardır.

Çanakkale'nin gerçek tarihi için Mehmed Niyazi Özdemir 'in "Çanakkale Mahşeri" isimli mükemmel eserini okumanızı tavsiye ederiz..

ÇEKİRGE TA’MİMİ (Bildirisi) ve Fahrettin Paşa

ÇEKİRGE TA’MİMİ (Bildirisi) ve Fahrettin Paşa

I.Dünya savaşı sırasında, 2 yıl 7 ay müddetle Medine’yi canla başla müdafaa eden, tarihlerimize “Medine Müdafii” ünvanıyla geçen Fahrettin Paşa, açlıktan muztarib olan askerini doyurabilmek için Türk askerine hitaben bir emirname yayınlar.

Emirnamede , Maliki ve Hanefi alimlerinin görüşlerini de zikrederek, çekirgenin yenilebileceğini belirtip, çekirgenin faydalarını anlatır ve birkaç çekirge yemeği tarifi yaptıktan sonra, askerlik tarihinin ilgi çekici emirnamesini şu cümlelerle noktalar:

“Dün karargah sofrasında çekirge tavası vardı. Arkadaşlarımla beraber yedim ve bunu dil konservesinden daha lezzetli buldum. Hele zeytinyağı ile ve limon suyu ile salatası pek nefis oluyor.

Elhasıl, dün çekirgeyi bahçelerden def ve tenkil tedarikini düşünürken, bu gün çekirge geliyor mu diye yollarını gözlüyorum. Hangi mıntıkaya çekirge düşerse tarifim veçhile istifade edilmesini ve bana da hediye olarak çekirge gönderilmesini arkadaşlarımdan rica ederim.”

Risale-i Nurlara el atıldı ve değişiklikler yapıldı.

Risale-i Nurlara el atıldı ve değişiklikler yapıldı.


Mustafa Kaplan Bey, geçen haftaki bir yazısında “Risale-i Nurlara el atıldığını ve bazı değişiklikler yapıldığını” yazıyor ve haklı olarak sert bir şekilde de tenkit ediyordu.

Sakarya Üniversitesi hocalarından Sayın Dr. Alaaddin Yalçınkaya da Cemaleddin Efgani isimli eserinde bu değişikliklerden birine dikkat çekiyor. Alaaddin Bey’in i...fadeleri şöyle:


“İttihad-ı İslâm (İslâm birliği) ve Cemaleddin Efgani ile alâkalı, Said Nursi’nin de bazı görüşleri vardır. Said Nursi şöyle demektedir:

Teke Tek Özel; Konuk, Mehmet Şevket Eygi



Kültür, Medeniyet, Estetik, Mimari, Tesettür, İffet, Türkçe, Osmanlıca, İsim seçimi ve Müslümanların Haline dair dikkatle ve mutlaka dinlenmesi gereken hoş bir sohbet...

"Tarihten Türk çıkarılırsa ortada tarih kalmaz." Prof. Fritz Neumark

"Tarihten Türk çıkarılırsa ortada tarih kalmaz."  Prof. Fritz Neumark
Avrupalılar Türkleri Neden Sevmez?


Bir kısım öğrencisiyle Boğaziçi’nde geziye çıkan İstanbul Üniversitesi profesörlerinden Alman asıllı Prof. Fritz Neumark öğrencilerinden birinin “ Avrupalılar bizi neden sevmez, Hocam?" Sualine şu cevabı verir;

- Çok samimi olarak itiraf edeyim ki, Avrupalı, Türkleri sevmez ve sevmesi de mümkün değildir. Asırlardır kilisenin Türk ve İslam düşmanlığı Hristiyanlar’ın hücrelerine sinmiştir. Sebeplerine gelince;

1- Müslüman olduğunuz için sevmez. Ama, olaki laik olmak şöyle dursun, Hristiyan olsanız da size düşman olarak bakmaya devam eder.

2- Sizler farkında değilsiniz ama, onlar şu gerçeğin farkındadırlar; Tarihten Türk çıkarılırsa ortada tarih kalmaz. Osmanlı arşivi tam olarak ortaya çıkarsa, bugünkü tarihlerin yeniden yazılması gerekir.

"Kanunsuz suç ve ceza olmaz" ama O'nu astılar...

"Kanunsuz suç ve ceza olmaz" ama O'nu astılar... İskilipli Atıf Efendi...

İskilipli Âtıf Efendi Niçin İdam Edildi?

Soru: İskilipli Âtıf Efendi'nin ne suçu vardı ki, idam edildi?
Cevap: O devrimlere karşı gelmişti...

Soru: Devrimlere karşı gelmeyi cezalandıran bir kanun var mıydı?
Cevap: Yoktu...

Soru: Ceza hukukunun temel prensibi "Kanunsuz suç ve ceza olmaz" değil midir? Peki onu nasıl idam ettiler?
Cevap: Dedik ya, devrimlere karşı çıkmıştı.

Soru: İskilipli Âtıf Efendi, "Frenk Mukallidliği" adlı risalesini yayınladığında şapka devrimi yapılmamıştı, şapka kanunu çıkartılmamıştı...
Cevap: Yine de devrim aleyhinde olduğu için asılarak idam edilmesi gerekiyordu.

Soru: Savcı onun için idam değil hapis cezası istemişti...
Cevap: Devrime karşı olduğu için idam edilmiştir.

Soru: İstiklâl Mahkemelerinde avukat yoktu, verilen kararlar temyiz edilemiyordu, bu doğru mudur?
Cevap: Elbette doğrudur.

Soru: Âtıf Efendi'nin şiddete veya eyleme yönelik bir tarafı var mıydı? Yoksa niçin idam edildi?
Cevap: Yoktu ama idam edilmesi gerekiyordu.

Soru: Böyle bir idam hukuka, adalete, insafa, vicdana uygun mudur?
Cevap: Değildir ama devrimler ve şapka senin bu saydığın değerlerin üzerindedir.

Soru: Şapka giyildi de ne oldu?
Cevap: Şapka giyerek medeniyette, ilimde, teknikte, ilerlemede, kültürde, sanatta, edebiyatta, zenginlikte, havacılıkta Almanyayı ve Japonyayı geçtik, az zamanda çok mesafe kat ettik, uygarlık semalarına füze gibi fırladık. Daha ne olsun istiyorsun a gerici!

Meymet Şevket Eygi
Araştırmacı Yazar
13.06.2010

Süleyman Hilmi Tunahan hazretlerinin bağlıları (Süleymancılar) hangi partiye oy verecek? | Hangi parti tercih edildi? | Mehmet Fahri Sertkaya (video)

Cemaat merkezi ( Muhterem Alihan Kuriş Beyağabey ) kararını açıkladı: KESİNLİKLE OY YOK! Kesinlikle AKP'ye ve MHP'ye oy ve...