31 Aralık 2011 Cumartesi

“Karını boşa, ben alacağım!” Adnan Menderes

“Karını boşa, ben alacağım!” Adnan Menderes


Menderes’i tanıyalım.


İşte bir Adnan Menderes klasiği; bir çok kere evlilik dışı yasak ilişki(zina) yaşamış. Hem de devletin ve milletin paralarıyla bunlara evler de almış. Yetmemiş evli kadınlarla bile zina etmiş. Hem de kocalarının evde olduğu zamanlarda... Hem de resmi araçlarla, eskortlarla gitmiş bu zina törenlerine...


Günümüzde Tayyip Erdoğan’ın biz Müslümanlara çok büyük bir lider gibi gösterilmesi gibi o zamanlarda da Adnan Menderes halka kurtarıcı, büyük dava adamı gibi sevdirilmişti… Oysa Adnan Menderes hem aile bağları olarak Yahudi kökenliydi, Sabetaycıydı hem de yaşam tarzı olarak gayr-i İslami hatta gayr-i insani idi…


Artık ülkemizde Müslümanların popülist bakış açılı değerlendirmeleri bir kenara bırakıp gerçekçi bir tarih ve dava anlayışına sahip olma zamanı geldi de geçti bile…

_______


Genç bir kadın. Henüz 25 yaşında. Bir gece, bir davette başbakanla tanışıyor. Daha doğrusu başbakan onu uzaktan görüyor, elinden tutuyor ve bahçeye çıkarıyor. Sonra saatlerce dolaşıyorlar. Film gibi değil mi? Opera sanatçısı Ayhan Aydan ve Adnan Menderes’in tanışmaları aynen böyle cereyan ediyor... Ancak Ayhan Aydan, bu ilişkiyle ilgili adeta sessizlik yemini etmişti. Birkaç istisna dışında kimseyle konuşmamıştı. Bunlardan biri eski bakan, yazar Yılmaz Karakoyunlu’ydu. “Hatırla Sevgili” dizisinin danışmanlığını da yapan Karakoyunlu, uzun uğraşları sonucunda Ayhan Aydan’la bir dizi görüşmede bulunmuş ve edindiği bilgilerle “Yorgun Mayıs Kısrakları” romanını yazmıştı. Böylece biz de kendisiyle geçen hafta sonsuz bir suskunluğa gömülen Ayhan Aydan’ı yani Cumhuriyet tarihinin en gizemli kadınlarından birini konuşabilme fırsatı bulduk


Çok zeki, asil ve aranılan bir kadındı

Cumhuriyet tarihinin en gizemli kadınlarından biriydi Ayhan Hanım. Siz onunla tanıştınız. Nasıl biriydi?
Çok zekiydi. Sorduğum bir sorunun yanıtının başka hangi soruya varacağını tahmin eder, onu da kapsayarak konuşurdu. Müthiş bir gözlem yeteneği vardı. Hiçbir zaman gözü yaşlı olmadı. Yaşadıklarını anlatırken kendinden geçmedi. Vakur ve gururluydu. Ama en önemlisi olayları anlatırken, olayların içinde oturup çeperindekileri kendi etrafında döndürecek bir kabiliyete sahipti. Böyle bir kadından bir erkek çok hoşlanır. Çok da güzel bir kadındı. Tavırlarından da anlıyorsunuz ki her şeyiyle güzel bir kadındı. Ayrıca karşı tarafı kötüye kullanmayan... Ama darbe yemiş bir kadındı da. Bu darbe Adnan Bey’in diğer kadınla (Suzan Sözen) sürdürdüğü ilişkiydi...


Neden?

Adnan Bey, onunla tanışmadan önce de çapkındı. Hatta 1946’da dönemin derin devleti, Adnan Bey henüz başvekil değilken, çok iyi bir hatip, çok iyi muhalefet yapıyor diye “Nedir bu adamın hayatı, araştırın” demiş ve sevgilisi Mukaddes Hanım’la hangi saatte ne yapıyor öğrenilmişti. Bunlar devlet zabıtlarında vardır.


Ayhan Hanım, Menderes’in diğer ilişkilerini nasıl karşılıyor?
Çevresindekiler Adnan Bey’in ilişkilerinden onu haberdar ediyor. Ama Ayhan Hanım, Adnan Bey’i onu o kadar seviyor ki, “Yeter ki senden bir çocuğum olsun” diyor. Yani “Eşini boşa, beni al” gibi bir talebi yok. Şunu da unutmamak gerek; Türkiye’de başbakan sevmeye hazır, on binlerce değil yüz binlerce kadın bulursunuz. Türk kadını otoriteyi sever. 1950 koşullarında bir başbakanı sevmek ise fevkalade önemli bir hususiyet. Ayhan Hanım bunun da farkındaydı. Ama bu hiçbir zaman Adnan Bey’den bir şey talep etmek tarzında olmadı. Yani “Ahmet’i oradan al, buraya koy gibi.”


Her ne kadar Ayhan Hanım aşık olsa da bu çok zor bir ilişki. Onu bu ilişkide tutan ne?
Ayhan Hanım, o sırada 25-26 yaşında. Adnan Bey ellilerinde... Onun yanında yaşadığı mutluluğu çok iyi tarif edip Ayhan Hanım’a hissettiriyor. Mesela Ayhan Hanım “Küpem kayboldu” diye anlatmıştı; oturup saatlerce arıyorlar. Dikmen’deki gazino kapatılıyor, korumalar falan hep birlikte arabaların farlarını yakıp, küpenin taşını arıyorlar. Ayhan Hanım “Benimle beraber gözlerime baka baka aradı”
demişti.

Aşırı kıskançtı, şoförsüz sokağa çıkarmazdı

Tanışmaları da film gibi...
Öyle. Ziraat Bankası Umum Müdürü Mithat Dülge’nin düzenlediği davette tanışıyorlar. Kendisinin ifadesiyle, 1950 senesinin Ekim ya da Kasım’ı. Adnan Bey, kalabalığın içinden Ayhan Hanım’ı görüyor.
Yanında da Sakarya milletvekili Rıfat Kadızade var. “Kim bu?” diyor. O da “Mithat Bey’in yeğeni” deyince hiçbir şey demeden Ayhan Hanım’a doğru yürüyor. Tanışıyor, sonra da “Aaa, burada duman çok oldu” deyip elinden tutup bahçeye çıkarıyor. Gece boyunca dolaşıyorlar. Adnan Bey hiç elini bırakmıyor.


Hollywood çekse “Amma abartmışlar” deriz. Başbakan gelecek, genç kadını kalabalıkta görecek, elinden tutacak, herkesin ortasında bahçeye çıkıp, liseliler gibi dolaşacaklar...
Gerçekten öyle yazsanız kimseyi inandıramazsınız. Ama gerçek bu! O gece seni arayacağım diyor ve aramaya başlıyor. Kısa bir süre sonra da ona gri renk bir otomobil hediye ediyor. Şoförüyle... “Bundan sonra her yere bununla gideceksin” diyor. Çünkü Ayhan Hanım’ın sokak ortasında yürümesine müsaade edecek biri değil, aşikar bir kıskançlık değil bu, ama potansiyel olarak müthiş bir kıskançlık. Ben bu arabayı bir latife yaparak yüz görümlüğüne benzetirim.


Eşi Ferit önemli bir müzisyendi!

Ama bu arada sadece Adnan Menderes değil Ayhan Hanım da evli. Ünlü bir müzisyen olan (Türk Beşlileri’nden) Hasan Ferit Alnar’la...
Evet. Ayhan Hanım’ın annesinin evinde görüşüyorlar, ilişkilerini orada yaşıyorlar. Yani annesi evde oluyor. Bir-iki üç birliktelikten sonra Ayhan Hanım bunun bir başkasıyla evliyken cereyan etmesini hazmedemiyor. Durumu Adnan Bey’e açıyor “Boşanma talep edeceğim” diyor. Adnan Bey de “Sen beceremezsin, ben konuşurum” diyor ve onu kocasından istiyor. “Boşa ben alacağım” diyor.


Ferit Bey de çok önemli, değerli biri. Çok zor bir durumda kalmış...
Ferit Bey büyük adamdır. Ama dünyanın da en talihsiz adamıdır. Türk Beşlileri dediklerimizin hepsi devlet sanatçısı ilan edilmiştir; Ahmed Adnan Saygun, Cemal Reşit Rey, Ulvi Cemal Erkin, Necil Kazım Akses... Hepsi! Hasan Ferit Anlar hariç! Halbuki onun mesleki tecrübesi diğerlerinden çok daha yüksekti. Üstelik alaturka eğitim görmüş bir adamdı, Viyana’ya gönderilmişti. Kanun virtüözüydü.


Ferit Bey’den olan çocuğu da öldü

Ama Ayhan Hanım’la evli olmak gibi bir kadersizliği vardı...
Evet ve Ayhan Hanım’ın ondan çocuğu vardı. 15-16 yaşındayken Londra’da bir trafik kazasında öldü. Adnan Bey’in son yıllarına denk gelir ölümü. İlişkiye başladıklarında çocuk da 6 yaşındadır.


Ayhan Hanım’ın çocuğunun olması ilişkilerini nasıl etkiliyor?
Adnan Bey’in bulunduğu yerde çocuk görünmüyor. Ayhan Hanım’ın annesi çok dirayetli bir kadın... Doğması muhtemel bütün sıkıntıları önceden fark ederek önlem alıyor. Ayhan Hanım Adnan Bey’i çok sevdiği için ondan da çocuk istiyor. Adnan Bey bunu uzun süre reddediyor. Ama Ayhan Hanım hamile kalınca, biraz da geç söyler, “Doğur” diyor.

Bebekleri erken doğdu...

Doğan bu çocuk Bebek davasına konu oluyor?
Ayhan Hanım’ın kendisinden dinledim. “Çocuğun kolunu kırdılar” iddiasını sordum. “Doktorların yapabileceği bir şey yoktu. Hastanede olması gereken bir doğumdu, ben evde doğurmuştum” dedi. Erken doğum çünkü.

Hastaneye niye gitmiyor?
Hadisenin duyulacağını, Adnan Bey’in zedeleneceğini düşündüğü için. Olay Adnan Bey’e intikal edince o da Dr. Alaattin Bey’in yanı sıra en yakın arkadaşlarından Mükerrem Sarol’u da (o da jinekolog) haberdar ediyor. Zeynep Kamil Hastanesi’nin Başhekimi Fahri Atabey’i de. Gittiklerinde çocuğun yaşama şansı olmadığını görüyorlar. Kuvöz olsaydı bile. Çocuk yedi-sekiz saat yaşıyor. Ölünce kayda geçirmeden Cebeci Mezarlığı’na gömüyorlar, mezarın kaydını da sanırım Ayhan Hanım’ın ismiyle yazıyorlar.


Ayhan Aydan’ı bu kadar özel kılan ne? Yani hakkında roman yazmanızın, bizim bu röportajı yapmamızın nedeni?
İlişki içindeki duruşu ama en önemlisi Yassıada duruşmalarındaki tavrı. O davaya Ayhan Hanım’ı Adnan Bey’i aşağılamak için çağırdılar; “Bu adam seni zorluyor muydu?” diye soruyorlardı. Ama o, “Ben bu adamı sevdim” demişti. Bu yiğit bir ifadedir. İhtilal mahkemelerini karanlığa gömecek bir nur idrakinin cesur ve fedakâr iradesi. Deseydi ki “Gençtim, güzeldim, başbakandı, beni kandırdı” deseydi, orada biterdi Ayhan Hanım. Bir daha lafı bile olmazdı. Ne siz burada olurdunuz, ne de ben bunları anlatırdım.


Ayaklarını yıkardı...

Adnan Bey, çok da kıskançmış...
Hem de nasıl. Hanımefendinin anlattıklarını kendimde mahfuz tutarak, romanda hafifçe hissettirdim. Ama neredeyse şiddet gösterecek kadar.


Ailesini kaybetmiş bir hukuk fakültesi öğrencisinin Ayhan Hanım’dan yardım istemesi üzerine Adnan Bey’in “Kimdi o” diye başlayan şiddetini mi kastediyorsunuz?
Evet. Kadını “Sen nereye gidiyorsun” deyip çektiğinde elbisesi elinde kalıyor, yırtılıyor, neredeyse çırılçıplak kalıyor. Operadan istifa etmesini istiyor. Önüne istifasını hazırlayıp koyuyor.


Yani evinin kadını olmasını, onun için süslemesini, kimseyle görüşmemesini, eve geldiğinde de ayaklarını yıkamasını istiyor.
Adnan Bey Ayhan Hanım’ı evinin kadını gibi değerlendiriyor. Büyük sevdaların içinde başka koşullarda yadırganacak şeyler doğal bir görünüm kazanır. Adnan Bey’in ayaklarını yıkıyor olması gibi. Bunlar ayıplanacak şeyler değil.



Celal Bayar galalarına giderdi

Ayhan Hanım bu ilişkiden ötürü hiç mi gururlanmıyor?
Gururlandığı yerler var. Mesela “Benim primadonnası olduğum her operanın galasına cumhurbaşkanı geldi” derdi. Adnan Bey gelmiyor! Onun operada tek fotoğrafı yoktur. Ama Celal Bayar gidiyor. “Kulise gelir, yanıma oturur, elimi tutar, fotoğraf çektirdi” diye anlatmıştı. Yani cumhurbaşkanı bu ilişkiden haberdar; “Gideyim şu kızı bir de ben göreyim” diyor. Yanına alıp, oturtup, elini tutup gazetecilere “Çekin bakalım fotoğrafımızı” demesinin anlamı ise şu; “Bu kız benim başbakanıma layık bir değerdir!”


Biri hanım, diğeri o kadın!

Olanlar karşısında Berrin Hanım ne hissediyor sizce?
Bir rahatsızlık hissettiği şüphesiz. Ama bana bunu aileden biri söylemişti; Ayhan Hanım’ın bahsi geçtiğinde “Ayhan Hanım”, Menderes’in diğer sevgilisi Suzan Sözen’in adı geçtiğinde ise “O kadın” deniyor. Bu iki tanım arasında Lut gölü ile Everest tepesi kadar fark vardır. Oğluyla da konuştum, Aydın Bey’le parlamento arkadaşlığım vardı, bu ilişki hakkında en ufak imada dahi bulunmazdı. “Yaşanmış bir olaydır, tarafları ilgilendirir, her ikisi için de saygıdeğerdir” derdi. Bu da Aydın Bey’in olgun kişiliğini yansıtır.


Suzan Sözen bir şehvet fırtınasıydı

Suzan Sözen nasıl biriydi?
Lacivert gözlü bir kadındı. Bir kere Maçka’da gördüm. Bir haziran günü güneşin en yoğun olduğu saatte gökyüzü ne kadar maviyse gözleri o kadar mavileşiyor, gece bastığı zaman ne kadar lacivert olursa o kadar lacivert oluyordu. Çok güzeldi. Hafif göğüs çatalı göstermeye meraklıydı. Seksi görünen bir kadın havasından çok, sakin görünen bir şehvet fırtınasıydı. Çok güzel omuzları vardı. Dorothy Lamour’a benzerdi...


Suzan Hanım da evli değil mi? Onun da eşinin adı Ferit...
Adnan Bey’in çok enteresan bir yanı var. Bence bunu psikologların tahlil etmesinde fayda var. Beraber olduğu kadınların kocaları evdeyken bile onları ziyarete gidiyor. Düşünsenize Ayhan Hanım’a “Seni kocandan ben boşayacağım” diyor. Suzan Hanım’ın oturduğu Belveder Apartmanı’nına gidip zili çalıyor. Suzan Hanım, sokakta Adnan Bey’in arabasını gördüğünde de kocasına “Hadi Ferit sen arka odaya geç” diyor, o da geçiyor. Ferit dediğimiz İstanbul Emniyet Müdürü! Sizce bunun tahlil edilmesi gerekmez mi! Adam geliyor, evden içeri giriyor, eşi arka odaya gidiyor.


Sizce bunun nedeni ne? 

Benim Adnan Bey’in ilişkilerine yönelik bir rahatsızlığım yok. Bir tabiat kendini böyle ortaya koymuş. Ama kadının kocası oradayken gitmesi... Kadının kocasına “Sen arka odaya geç” demesi. Bu nasıl bir kadın? Mahkeme zabıtlarında vardır; savcı sorar; “Nasıl tanıştınız” diye. O da başlar anlatmaya; “Kocamı Bitlis’e tayin etmişlerdi. Bir arkadaşım da Adnan Bey’le temasımı temin etti. Adnan Bey beni aradı, geldi, bende kaldı, ertesi gün kocamın İstanbul’da kalması sağlandı...”

Bugünkü siyasetçiler ilişkileri ucuzlattı!

Eski siyasetçilerin ilişkileri ile bugün kasetleri çıkanlarınki arasında fark var mı?
Fatin Rüştü Zorlu’nun da birlikte olduğu bir Vuslat Hanım vardır. Bir büyükelçinin eşiydi. Kürşat Başar’ın “Başucumda Müzik” romanında bahsi geçen kadın... Tarihimizde böyle çok örnek vardır. Bugünkülere gelince...
Şimdikiler ucuza düştüler. Eskiden bir siyasetçi, üst düzey bir bürokrat vasfı olmayan bir kadınla birlikte olmazdı. Hepsi vasıflıydı kadınların. Ayhan Hanım opera sanatçısıydı!


Buket Aşçı
VATAN
01.03.2009

Adnan Menderes'te METRES boldu, evli-bekar fark etmezdi.

Adnan Menderes'te METRES boldu, evli-bekar fark etmezdi.

Çok büyük dava adamı olarak tanıtılan, sağ görüşün idollerinden biri haline getirilen, yıllarca dava gençliğine "büyük" olarak gösterilen Menderes'in fermuarı o kadar bozuktu ki...

____

ADNAN MENDERES’İN 55 YILDIR GİZLİ KALAN ‘MUKADDES’ EMANETİ

Ne muhafazakarlığı, ne de politikacılığı Adnan Menderes'i 'yasak aşktan' alıkoyabildi. Berrin Hanım'a rağmen başka kadınları da sevdi. İşte 55 yıl gizli kalan aşkın hikayesi, işte o aşka tanık mektuplar...

Ne muhafazakârlığı ne de politikacılığı Adnan Menderes’i ‘yasak aşktan’ alıkoyabildi. Berin Hanım’a rağmen başka kadınları da sevdi. Kimi Aydan Adan gibi günışığına çıktı. Kimileri ise ‘sır’ kaldı. Tempo, Adnan Menderes’in 1946 -1958 yılları arasında 12 yıl boyunca beraber olduğu Mukaddes Vaner’e yazdığı aşk mektuplarını buldu.
Adnan Menderes, Atatürk’ün yakın arkadaşı Vali Haydar Vaner’in kızı Mukaddes Hanım’la yaşadığı ilişkiye tam 100 mektup sığdırmış. TBMM antetli kâğıtlara eski Türkçe ile yazılan ‘aşk hasbıhalleri’ artık ‘mahrem’ olmaktan çıkıyor. Mukaddes Hanım’ın kızı Tülin Yalçınsu, Adnan Menderes imzalı aşk mektuplarını ‘meraklısına’ satmak istiyor.

Tutkun Akbaş/ Tempo Dergisi

“Adnan Menderes saat 09.25’te Tokatlıyan’dan çıkarak Tünel’de Markiz Pastanesi’nde kendisini beklemekte olan bir kadınla buluşarak, Asmalı Mescit, Şişhane yolu ile Atatürk Köprüsü’nü takiben Bozdoğan kemeri istikametinde yaya olarak bir gezinti yaptıktan sonra, aynı yoldan dönerek Atatürk Köprüsü başından 1557 sayılı taksi ile Şişhane yokuşu istikametinde gitmişlerdir. Bu kadının mühendis ölü Aziz Süver’in karısı, eski Konya valisi Haydar’ın kızı ve Çalışma Bakanı Sadi Irmak’ın baldızı Mukaddes olduğu ve İstiklal Caddesi’nde Olivo Pasajı’nda Merkez Olivo Apartmanı’nın 7 sayılı dairesinde iki çocuğu ve bir hizmetçisi ile oturduğu öğrenilmiştir.' Dönemin İstanbul Emniyet Müdürü A. Demir imzalı Adnan Menderes’in her adımının izlenip kayda düşüldüğü raporun 24 Kasım 1946 Pazar tarihli olanı, bir aşka tanıklık ediyordu. Ve bu gizli aşk, gizli bir raporun sayfalarında ‘sararıyordu’. 55 yıldır ‘sır’ kalan hayat arkadaşlığının izini süren Tempo, Adnan Menderes’in 12 yıl sürdürdüğü aşkını ve sevgilisine yazdığı 100’e yakın mektubu buldu.
Mektuplar ve tanıklar ortaya koyuyor ki, Adnan Menderes, Mukaddes Hanım’a Berin Hanım’la evliyken âşık olmuş. Bu aşkı sonlandıran da Adnan Menderes’in Aydan Adan’a âşık olmasıymış.
Adnan Menderes, Mukaddes Hanım’la birlikte olmak için pek çok şeyi göze almış olmalı. Çünkü bu aşk başladığında ‘Başbakan’ değil, muhalefette bir milletvekiliymiş. Bu cesur aşkı ‘iktidar’ izlemiş ama Menderes’e karşı kullanmamış. Menderes muhalefetteyken başladığı ilişkisini iktidar olduğunda da sürdürmüş. Geçmişin siyasi terbiyesi de bir başkaymış.
Anlaşılan Mukaddes Hanım da cesurmuş. Çünkü Atatürk’ün Sivas Kongresi’nde yakın arkadaşı olan Musul ve Van Valisi Haydar Bey’in kızı olarak dönemin ‘sosyetesinin’ bir temsilcisiymiş. Türkiye’nin ilk mühendislerinden Aziz Süver’in karısı olarak da İstanbul’da ‘zenginliğin’ tadını çıkarmış. Ama geçimsizlik nedeniyle kocasından boşanmış. İki çocuğunun babası 1946 yılında ölünce, hayata ‘Adnan Bey’le yeniden başlangıç yapmış.

‘TBMM Özel’ ve ‘Başbakanlık Hususi’ damgalı bir aşk

Adnan Menderes'in Metreslerinden Ayhan Aydan Kimdir?

Adnan Menderes'in Metreslerinden Ayhan Aydan Kimdir?

Opera sanatçısı Ayhan Aydan, İzmir'in Çeşme ilçesi Alaçatı beldesindeki evinde vefat etti. Solunum yetmezliği hastalığı bulunan 85 yaşındaki Aydan, öğle saatlerinde yaşamını yitirdi. Adı hep Adnan Menderes ile yaşadığı yasak aşkla gündeme gelen Ayhan Aydan'ın cenazesinin Cuma günü kılınacak namaz sonrası Alaçatı'da defnedileceği öğrenildi.

AYHAN AYDAN KİMDİR?

Adnan Menderes'in paracıkları kapıcıya mı nasip oldu?

Adnan Menderes'in paracıkları kapıcıya mı nasip oldu?


Holding kuran kapıcının sırrı

44 yıldır saklanan olayın perde arkası: "Adnan Menderes 27 Mayıs İhtilali'nden hemen önce sevgilisi Suzan Sözen'e para dolu bir paket yolladı."

EMANET PARA

"Sözen evde yoktu, paket kapıcıya emanet edildi. Darbe olunca kapıcı emaneti vermedi. O kapıcı şimdi büyük bir holdingin patronu.

Menderes'in emaneti ile holding patronu olan kapıcı kim?

1960 darbesinde tutuklanarak Yassıada'da asılan dönemin Başbakanı Adnan Menderes'in ihtilalden bir gün önce sevgilisi Suzan Sözen'e gönderdiği yüklü miktardaki parayı, Sözen evde olmadığı için teslim alan, sonra da bu parayı kendisine sermaye yaparak zengin olan eski kapıcı, bugünün ise holding patronu merak uyandırdı. Yeni Şafak gazetesi yazarı Şamil Tayyar dün köşesinde aktardığı bu tarihi olayla, "eski kapıcı - yeni patron" bu kişinin kimliği konusundaki polemiği başlattı. "Menderes'in kapıcısı nasıl holding patronu oldu" başlıklı yazısında Tayyar, Adnan Menderes, o dönemde sevgilisi olan Suzan Sözen ve Nişantaşı Ralli apartmanının kapıcısı arasındaki olayı şöyle anlattı: "...Yakın bir arkadaşım aradı, 'Yorgun Mayıs Kısraklarını okudun mu' diye sordu. ... 'Kitapta Adnan Menderes'in aşk arkadaşı olarak geçen Suzan Sözen'le ilgili bölümleri hatırlıyor musun' diye sordu. ... Bu sorgu sualin ardından anlatmaya başladı: 'Kitapta Adnan Menderes'in Suzan Sözen'le buluştuğu iki yerden söz ediliyor. Biri Ralli Apartmanı, diğeri Belveder Palas. Buraya kadar doğru. Ancak kitapta olmayan başka önemli bir konu var. Burada kapıcılık yapan bir şahıs var. Menderes, Suzan Hanım'ın yanına gelip giderken bu kapıcıyla tanışıyor. İhtilale yakın bir zaman, Menderes Suzan Hanım'a bir paketgönderiyor, içinde yüklü miktarda para varmış. Suzan Hanım evde bulunamayınca, paket kapıcıya bırakılmış. Menderes ihtilal olursa Suzan Hanım'ın mağdur olmaması için para göndermiş. Ancak kapıcı bu parayı Suzan Hanım'a vermemiş, bir süre sonra ihtilal olunca parayı arayan soran da olmamış..."

70 YAŞINDA MÜTEAHHİT

30 Aralık 2011 Cuma

Gençlere Örnek Gösterilen Bir Zındık/dinsiz: Ali Şeriati

Ali Şeriati

Aslen şiî olup şiîlerin bile tasvip etmediği Ali Şeriatî diye biri var. Birileri, Peygamberimiz örnek olarak yetmezmiş gibi onu örnek bir şahsiyet gibi göstererek, müslüman gençlerin zihinlerini onun bozuk fikirleriyle doldurmak peşinde. Bu gayretkeşlerden biri de Mustafa İslamoğlu…

Allayıp pullayarak gençlere sundukları Ali Şeriatî’nin Peygamberimiz’e bile hakaret ettiğini geçen sayımızda anlattık. Bu yazımızda, onu kendi sözleriyle daha yakından tanıtacağız. Tanınmalı ve hangi derekelerde olduğu bilinmeli ki, onu yüceltenler de tanınmış ve bilinmiş olsun.

Şeriatî’nin MUHAMMED KİMDİR isimli kitabına bakıyoruz. Görelim bakalım, Mustafa İslamoğlu’nun öve öve bitiremediği bu mahlûk, İslâm büyükleri hakkında neler yazmış. Başlıyoruz. Bismillah:

1- Peygamberimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’in diliyle övülen ve ashabın en büyüğü olan Hazreti Ebûbekir, Hazreti Ömer ve Hazreti Osman (Radıyallahü anhüm) hakkındaki iftiraları şöyle:

“Ebûbekir… ihtiyar, yumuşak, her işi basite alan birisidir. Tehlike dolu toplumsal, siyasal mesuliyet, böyle bir ruhsal yapıyla bağdaşmaktan daha ciddi ve önemlidir.” 

“Ömer… yenilikçilik özelliği yoktu… düşünce açısından zayıftı… itikadî ve fikrî bir mevzu sözkonusu olduğunda çok güçsüz görülüyordu. Kendisi de devamlı düşünsel alandaki hatalarını itiraf ediyordu.” (s: 317)

27 Aralık 2011 Salı

Sevâd-ı âzam: Ehli Sünnet ve Cemâat Nedir?

Sevâd-ı âzam Ehli Sünnet ve Cemâat Nedir?


İmâm-ı Rabbânî (k.s.) hazretlerinden:

Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz, bazı hadîs-i şeriflerinde, ümmetinin düşeceği ihtilaflara dikkat çekmektedir. Bu hususta rivâyet edilen birçok hadîs-i şerif vardır. Bunların en genişi, Tirmizî ve İbn-i Mâce’de rivâyet edilen hadîslerdir. İbn-i Mâce’de geçen hadîs-i şerifte Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyururlar:


“Yahûdiler, yetmiş bir fırkaya ayrıldı. Bunlardan biri cennette, yetmişi ateştedir. Hıristiyanlar yetmiş iki fırkaya ayrıldı. Onlardanda yetmiş bir fırka ateşte, bir fırka cennettedir. Muhammed (s.a.v.)’in nefsi kudret elinde olan Allâh’a yemin ederim ki, benim ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bir fırka cennette, yetmiş iki fırka ise ateştedir.” 
Sahâbîler, “Yâ Resûlüllah! Cennette olan fırka kimlerdir?” diye sordular. Resûlüllah (s.a.v.), “Cemaat” diye cevap verdi.

S.İbn-i Mâce, Fiten 17 

25 Aralık 2011 Pazar

Türkiye'de Her Şeyin Altında Onların Parmağı Var Ama Tanınmıyorlar; Burla Biraderler

Burla Biraderler, Türkiye'nin Gizli Yahudi Zenginleri, Türkiye de sistemin mimarları,


Burla biraderler Monik hanım

Burla adı, her ne kadar yabancı olduğumuz bir isimmiş gibi görünse de, aslında yaşamımızın tam da ortasındalar. Dinlediğimiz radyodan buzdolabına, otomobilden okuduğumuz gazeteye kadar herşeyin altında onların imzası var. İşte bir ailenin bilinmeyen öyküsü

Monik Benerdate geçtiğimiz hafta hayata veda etti. Sosyete magazinini yakın takip edenlerin iyi bildiği bir isimdi. İstanbul'un hemen her önemli davetinde boy gösteren Monik Hanım, Burla Ailesi'nin kızıydı. Benerdate soyadı evlendikten sonra aldığı eşinin soyadıydı. (İlginç olan, Monik Hanım iki evlilik yapmıştı. İlk eşi  Benerdate Ailesi'ndendi. İkinci eşi ise Ceri Benerdate'ydi. İkinci eşi ilk eşinin kuzeniydi.) Ama Monik hanımın asıl zenginliği kendi ailesi Burla'lardan geliyordu. 
Peki Burla'lar kimdi?

Türkiye'nin sanayisinden medyasına kadar geniş bir yelpazede adlarından söz ettiren Burla Ailesi'nin tarihine bir uzanalım.

ÖNCE LİVORNO, SONRA SELANİK
Burla'lar İspanya'dan göç eden Musevi  bir aileydi.  Osmanlı İmparatorluğu'na sığınan binlerce seferad aile gibi onların da ilk durakları İtalya'nın Livorno kenti olmuş, ardından Selanik'e göç etmişlerdi. Selanik'te yerleştikleri yer ise bize tanıdık bir mahalleydi. Atatürk'ün de evinin bulunduğu Koca Kasım Paşa Mahallesi.

Eli ve Daniel Burla kardeşler Selanik'te ticaretle uğraştılar. İstanbul'a göç ettiklerinde de yanlarında hem yüklü miktarda para hem de önemli bir ticari gelenek getirmişlerdi. İlk şirketlerini Galata'da açtılar. Yıl 1911.

İthalat işleriyle uğraşıyorlardı. İthalat konusunda hemen hemen tekel gibiydiler. Ottaş'ı 1928 yılında kurdular. Ottaş Otomotiv ve Taşınmaz Mallar Sanayii. Bu aynı zamanda ülkemizin de ilk otomotiv şirketi oldu. 

Mustafa Kemal Atatürk'ün bindiği otomobillerin neredeyse tamamını (18 tane) Burla Biraderler ithal etmişti. Zaten Atatürk'le Selanik günlerinden tanışıyorlardı.

Burla Biraderler deyip duruyoruz ama bu biraderler kimdi?
Şirkette aktif olan iki kardeşti. Eli ve Daniel Burla! Şirket işlerine pek girmeyen bir başka kardeşleri daha vardı. Maya! 

(Maya Hanım Türkiye'deki şirkete pek karışmamıştı ama öyle bir aileye gelin gitti ki..! Burla Biraderlerin servetini birkaç kez katlayacak bu aile Grunberglerdi. Yani dünyaca ünlü Grundig markasına sahip olan aile)

Daniel Burla'nın iki erkek çocuğu oldu. Fred Burla ve Lori Burla...!
 Fred Burla'nın tek kızı oldu. Monika! O da Türkiyeli bir Musevi olan Benerdate'lere gelin gitti. Türkiye'de kaldı, cemiyet hayatının sevilen bir ismi oldu. 
Lori Burla'nın çocukları ise yurtdışında kalmayı tercih ettiler. 
Eli Burla'nın ise iki kızı oldu. Sara (Bernsten) ve Nadya (Sonman) 

VEHBİ KOÇ'LA KESİŞEN YOL

Türkiye'nin Gizli Zenginlerinden ve KOÇ'un Gizlenen Ortaklarından Burla Biraderler Kimlerdir?

Türkiye'nin Gizli Zenginlerinden ve KOÇ'un Gizlenen Ortaklarından Burla Biraderler Kimlerdir?
Türkiye'nin Gizli Zenginlerinden ve KOÇ'un Gizlenen Ortaklarından Burla Biraderler Kimlerdir?


Koç'un gizli ortağı: Burla Biraderler
 
Türkiye'nin en büyük şirketlerinden olan Arçelik'te ve Arçelik'in dağıtım ağı Atılım Pazarlama'da önemli bir hisse payına sahip olan Burla Biraderler bundan 500 yıl önce İspanya'dan Osmanlı topraklarına göç eden bir İspanyol Yahudi ailesidir.

Can Kıraç'ın 'Anılarımla Patronum Vehbi Koç' kitabını okurken, kitabın satır aralarında geçen bir soyisim dikkatleri çekiyor; Burla Biraderler. 1960'lı yıllarda Koç'un en büyük rakipleri arasında da olunca hafızamı zorlayarak böylesine güçlü bir aileyi hatırlamaya çalışıyorum. Ama nafile. Türkiye'nin isimleri medyada çıkmayan gizli zenginlerine meraklı iseniz Burla soyadının sizi tahrik etmemesi mümkün değil.

Türkiye'deki kökleşmiş isimlerin yer aldığı 'Kim Kimdir?' kitabına bakıyorum. Ama Burla ailesi ile ilgili hiçbir bilgi kırıntısına rastlayamıyorum. Musevi cemaatine ait aile fertlerinden hiçbirisine ulaşmanın mümkün olmadığını kısa bir süre sonra anlıyorum. Ama içimde bir umut ışığı var: Monik Burla. Burla Biraderler'in torunu, Avni Benardete ile evlendikten sonra kamuoyu daha doğrusu sosyete dünyası onu Benardete soyadı ile biliyor. Fakat Avni Benardete daha sonra genç bir hanımla başlattığı ilişki sebebi ile Monik Benardete'den boşanıyor. Monik ise şu anda bir sebeple Avni Bey'in amcazadesi Ceri Benardete ile beraber. Karışık bir ilişkiler ağı var anlayacağınız. Monik Burla mübalağasız Burla ailesinin piyasa tarafından bilinen tek ismi. Gece hayatında, partilerde ve magazin dergilerinde boy göstermeyi çok sevdiği için biz de bu isme uzaktan da olsa aşina idik tabii..

'Konuşmaya yetkili değilim'


Sosyete dünyasını bilmediğimiz için beni kendisine ulaştıracak cep telefonunu zar zor buluyorum. Bu telefonu veren şahıs, bayan Benardete'nin çok görgülü ve gazetecilere karşı çok anlayışlı olduğunu söylüyor, ümidim de bundan kaynaklanıyor. Fakat telefonda karşıma çıkan ses ilk başlarda hiç de hoş sayılmayacak bir ses tonu ile Burla ailesi ile alâkalı bilgi veremeyeceğini, bu konuda 'yetkili' olmadığını söylüyor. Babası ve amcaları ile alâkalı birkaç masum soru dışında herhangi bir sorumun olmayacağını söylesem de, şirketin konuşmadığı bir konuda kendisinin konuşmasının mümkün olmayacağını söyleyerek özür dileyip telefonu kapatıyor.

Musevi ailelerin bu kadar kıyıda durmalarının elbette özel bir sebebi vardır. Ama yine de değinmeden edemeyeceğim; dünya şeffaflaşmaya gidiyor ve saklı yapılar artık illegaliteyi akla getirir oldu. Masonluk bile belli ölçüde şeffaflaşmaya gitmek zorunda kaldı. Birçok azınlık gibi Burla Biraderler de Türk milletinin üstünden çok büyük paralar kazanmış, otomotivden tekstile pekçok sektörde faaliyette bulunmuş bir aile olarak Türkiye'de çok önemli ticari işlere imza atmış ama kendilerini hep perde arkasında tutmak istemeleri oldukça dikkat çekici.

Rahmi Koç-Monik Burla dostluğu

24 Aralık 2011 Cumartesi

Evet Ben Selanikliyim! (Sabetaycıyım!)

Evet Ben Selanikliyim! (Sabetaycıyım!)


Selanikli deyince ne gelir aklınıza? 1) Selanikli Yunanlılar. 2) Nazilerin katlettiği Selanikli yahudiler. 3) 1924'te mübadeleyle Türkiye'ye göç eden Selanikli müslümanlar. 4) Aynı mübadeleyle gelen ‘‘dönmeler.’’ İşte ‘‘Selanikli’’ denildiğinde, özellikle son kategoride olanlar kastedilir. 17. yüzyılda mesihliğini ilan edip, sonra müslümanlığı kabul etmek zorunda kalan İzmirli yahudi Sabetay Sevi'nin yandaşı birkaç ailenin soyundan gelen ‘‘Selanikliler’’, daha doğrusu ‘‘sabetaycılar’’, 350 yıl cemaatleri hakkında ser verip, sır vermediler. Ama 1990'larda içlerinden biri yazmaya, anlatmaya başladı. Ilgaz Zorlu, 29 yaşında. Annesi sabetaycı, babası dindar müslüman bir aileden. Cemaatinde çok iyi tanınıyor. Kimi ona deli diyor, kimi hain. Prof. Dr. İlber Ortaylı, ondan şöyle söz ediyor: ‘‘Bugün Sabetaycılar kendilerini henüz açıklamaz. Tek istisnanın, ama hakikaten tek istisnanın Ilgaz Zorlu olduğunu takdirle belirtmek gerekir.’’ Belge Yayınları, Ilgaz Zorlu'nun makalelerini ‘‘Evet, Ben Selanikliyim/Türkiye Sabetaycılığı’’ başlıklı bir kitap halinde yayınlandı. Onunla hayatını, sabetaycılığı ve sabetaycı cemaati konuştuk.

Sabetaycılığı ne zaman keşfettiniz?

-Annemle babam çalışıyorlardı, bana anneannem baktı. Anneannem Selanik'te doğmuş ve 24 yaşında mübadeleyle buraya gelmiş. Atatürk'ün ilkokul öğretmeni Şemsi Efendi de dedemin dedesi. Şemsi Efendi yaşadığı dönemde, büyük bir Kabbala bilgini ve sabetaycılar içindeki cemaatleri (Kapancılar, Karakaşlar, Yakubiler) birleştirmeye çalışıyor. Düşünün, üç yüzyıl boyunca müslüman gözüküyorsunuz, içerde yahudiliği uyguluyorsunuz, daha doğrusu yahudiliğin kabbalistik, mistik bir bölümünü. Cemaat tamamen içine kapalı. Ben 19 kuşak boyunca Sabetay Sevi'nin kardeşinin soyundan bir aileden geliyorum. Büyükannemin çok sağlam bir sabetaycı kültürü var, ama korkuyor. Çünkü Varlık Vergisi olayını, ondan önce Karakaş Rüştü olayını yaşamış. Cemaat asimile olma kararı almış.

KARAKAŞ RÜŞTÜ OLAYI

Karakaş Rüştü olayı nedir?

-Sabetaycıların Karakaş grubundan olan bu adam 1924'te bir anlaşmazlık sonucu cemaatin sırlarını gazetelere ifşa ediyor ve Atatürk'e mektup yazıyor. Biz asimile olamıyoruz, bizi ne olur müslüman yapın diyor. Anneannem korkarak anlatırdı. Bu olay olduğu zaman evleri basacaklar şayiası ortaya çıkmış. Birçok aile ellerindeki belgeleri yakmış.

Size de aynı gözle bakanlar var mı cemaat içinde? İkinci Karakaşzade Rüştü olduğunuzu söyleyenler?

-Evet, evet tabii. Benim için önce bu adam kendini Sabetay Sevi sanıyor dediler. Deli olmakla, Karakaşzade Rüştü olmakla, Mesih olmakla suçlandım. ‘‘Allah kahretsin, başımıza dert açacaksın’’ dediler.

Büyükannenizden neler öğrendiniz?

Selanik Dönmelerininin Türklükle Ne İlgisi Var? (Karakaşzâde Rüştü olayı)

Selanik Dönmelerininin Türklükle Ne İlgisi Var? (Karakaşzâde Rüştü olayı)

Anadolu milli ananelerimizin değiştirilmesinde her zaman öncülük yapan Selaniklilerin ülkemiz dışında tutulması isteniyor. Ankara 1 Kanunisani 1924 (Özel Muhabirimizden) 

Karakaş Rüştü imzasıyla buraya telgrafla başvuru yapılarak Selanik Dönmelerinin aslen, ırken ve soy bakımından Türklük, Müslümanlıkla ilgisi bulunmadığından bahsedilerek, bunların Türk toplumu dışında tutulması, veya ülkenin her tarafına dağıtılarak Türk nüfusuyla karışmaya meecbur edilmeleri istenmiştir. bu konuda ilgili olanlarla konuştum. Türk toplumuna kabul edilmiyeceklerse, bu esasın evvelce gelenlere uygulanması konusunda fikir belirtiyorlar.

Karakaş Rüştü Bey'in Ankara'daki Girişimi
Meclis içinde önemle karşılanmıştır. Bu konu hakkında önemli konuşmalar olmaktadır. 
Dünkü nüshamızla evvelki gece Ankara muhabiriizden gelen bir telgrafa atfen Selanikli Karakaş Rüştü bey'in kendi mensup olduğu aslen, ırken Türklükle alakası olmadığından söz ederek bunların Türk toplumunun dışında tuttulması veya ülkenin her tarafına dağıtılarak Türklerle kaynaşmaya mecbur edilmesini istediğini yazmıştık. 

Dün bu girişimin Ankara'da yaptığı etkiyle ilgili olarak aşağıdaki telgrafı aldık. 
Ankara 2 Kanunisani 1924 (Özel Muhabirimizden)
Büyük Millet Meclisi Üyeleri Karakaş Rüştü bey'in dün bildirmiş olduğum girişimini büyük bir önemle karşıladılar. Bu konu hakkında meclis kulislerinde önemli konuşmalar olmaktadır. Temaslarım sonucunda öğrendimki, büyük bir kısmı Selanik'ten gelen bu kimselerin memleketimizin büyük iktisadi kaynaklarını kendi ellerine geçirmek istemelerine karşı tedbir almanın gerekli olduğuna işaret etmişlerdir. 

Dün şehrimizde yapmış olduğumuz araştırmalara göre Karakaş Rüştü bey'in Şamlı Mağazasının ilerisinde olduğu bilinen Karakaş Mağazasının sahibi olduğu anlaşılmıştır. Bir süreden beri mağazasını Mehmet Feridun beylere bırakarak kendisi bazı özel teşebbüslere girişmiş, mütareke senelerinde almanya'da bazı şirketlerin idaresinde bulunmuştur. istanbul'a döndükten sonra çeşitli işlerle uğraşmaya başlayan Rüştü bey Almanya'da bazı şirketlerin idaresinde bulunmuştur. İstanbul'a döndükten sonra çeşitli işlerle uğraşmaya başlayan Rüştü bey, on beş günden beri Ankara'da bulunmaktadır.

Rüştü bey, uzun zamandan beri kendi hemşehrilerinin hareketlerine karşı olmakta ve onları tenkit etmekteymiş.

Dün muhtelif muhabirlerimizde Rüştü bey'in birçok hemşehrisiyle konuşmuş bu girişimi nasıl karşıladıklarını ve Rüştü bey'in bu hareketinin sebebinin ne olabileceğini araştırmışlardır.

Burada baş vurunun hangi nedenle yapıldığı bilinmemekle beraber Rüştü bey'in bildiğimiz hisleri ve düşünceleri bunun nedenini açıkça bize gösteriyor. Zaten kendisinin en yakın aile fertleri de Rüştü bey'in bu hareketini hislerine mağlup olmasına ve son senelerde ki bazı olayların kendi üzerinde bıraktığı etkiden kaynaklandığını belirtmektedir. anlaşıldığına göre, Rüştü bey Ankara’da dostlarıyla meydana gelen bir tartışma sonucunda bu işe girişmiştir. 

Dönmeliğin Hurafeleri Nedir veya Neydi? 8 Kanunisani 1924
Karakaşzade Rüştü bey'in Ankara muhabirimize verdiği malumatta, dönmeleri sınıflara ayırmaktadır ve yalnız bir sınıfı neslinin tükenmesi konusunda alakasızlıkla suçlamaktadır. Muhabirimiz diyor ki: Rüştü bey nesline bağlı onun iyiliğine çalışan samimi bir Dönmedir.

Dönme tabiri İslam aleminde bir mühtedinin ömrünün sonuna kadar devam ederken, Sabatay Sevi ve kabilesi her nedense iki buçuk asırdan beri bu özelliği kavrayamamıştır.

Dönmelik meselesi etrafında dönen bazı esrarlı rivayetler çeşitli maksatlarla ortaya çıkar ve ara sıra tüm toplumun ilgisini çeker. Bunlar kakkında benim fazla bilgim yoktur. Yalnız Avrupa'dan kovuldukları ve Osmanlı İmparatorluğunun şefkat ve merhametine sığındıktan sonra padişahın gazabı üzerine korkarak yandaşlarıyla birlikte ihtida ettiğini fakat bu ihtidanın tatmin edici bir derecede olmadığı aklımda kalmıştı. Bir müddet sonra bu isimle anılan bazı kimselerle karşılaştım. Fakat görünüşlerinde bir tuhaflık görmedim.

Karakaşzade İle Karşılaşma
Geçen gün yanımda Tanin muhabiriyle mecli s önünde dururken bir zat gelerek kendisini takdim ettii:
- Selanik Dönmelerinden Karakaşzade Rüştü.

"Biz Türk de Müslüman da değiliz" diye açıkca itiraf eden Sabetaycılar / Sabetayistler......

"Biz Türk de Müslüman da değiliz" diye açıkca itiraf eden Sabetaycılar / Sabetayistler......

Dünya Yahudi Konseyi'nin büyük gayretleri ve o zaman dünyanın süper gücü bulunan İngiltere'nin de kullanılması ile Osmanlı yıkıldı ve Müslümanlar tarumar edildi...

Bu işte Osmanlı sınırları içerisinde yaşayan, Türk ve Müslüman gözüken yüzbinlerce Sabetaycının da büyük emekleri vardı. Bu nedenle yeni kurulacak kukla Türkiye devletinin kontrolünün Sabetaycılarda olmasına izin verildi. 

Museviler ile Sabetaycılar arasında (her ne kadar sabetaycılar da yahudi olsalar da) bulunan anlaşmazlıklar sorun edilmedi. Türkiye'de iktidar artık Yahudi konseyi ve İngiltere ile danışıklı hareket eden Sabetaycıların ellerindeydi...

Kendilerine asırlarca kucak açan Osmanlı'ya İngiliz üniformasıyla Çanakkale ve Filistin'de silah çeken gönüllü Yahudiler...

Kendilerine asırlarca kucak açan Osmanlı'ya İngiliz üniformasıyla Çanakkale ve Filistin'de silah çeken gönüllü Yahudiler...


îlk önce "Siyon Katırcı Kuvveti" adı altında Gelibolu Cephesinde, yardımcı birlik olarak görevlendirilen Yahudi Lejyonu, Mısır'dan Çanakkale Boğazı etrafında mevzîlenen İngiliz birliklerinin ihtiyacı olan katırların nakledilmesinde kullanıldı. Mısır'da toplanan 650 kişilik Yahudi gönüllüden 562'si bu Katırcı Kuvvetinde görev aldı. 

İngiiliz Ordusu İçinde bir Yahudi Birliği'nin kurulması ve İskenderiye'de ilk gönüllü listesinin ortaya çıkması. 4 Mart 1915 tarihine kadar gider. 1915 başlarında Mısır, mülteciler ve düşman ülkelerin özellikle de Rusya'nın vatandaşları oldukları için Osmanlı hükümeti tarafından Filistin'den çıkarılan binlerce Yahudi'nin bulunduğu bir yerdi. Bu durum dolayısıyla Özellikle Filistin'e yönelik olarak, Yahudiler'in duygularından faydalanmak amacıyla, İngilizler, Yahudilerden gönüllü asker toplamaya karar verdiler. Öteden beri Filistin'de bir Yahudi devleti kurmak isteyen Siyonistler de zaten buna teşne idiler. Böylece Yahudi lejyonu için gönüllü listesi oluşturulmaya başlandı. 

Gönüllü listesi ve Çanakkale'deki katırcılar

Listenin birinci sırasında, Filistin'den çıkarılan Yahudilerden Ze'ev Gluskin vardı. Gluskin, Filistin'deki Yahudi yerleşimlerinden birinin lideri idi. Listenin üçüncü sırasında da Joseph Trumpeldorbulunuyordu, Bu ikisi, İskenderiye'de, listenin ikinci sırasına adını yazdıran Ze'ev Jabotinsky ile buluştular. Jabotinsky, Mısır'a bir Rus gazetesinin muhabiri olarak gelmişti. Üçü birlikte Yahudi mülteciler arasında, İngiliz Ordusu na gönüllü toplama işine hız verdiler. Amaç, "Eretz-İsrael'' dedikleri, Filistin'de kurulacak Yahudi devleti için de bir güç oluşturulmasıydı. Fakat ingiliz askerî yetkilileri, bu durumun farkında oldukları için Yahudi gönüllüleri, "Siyon Katırcı Kuvveti" adı altında ve Filistin yerine Gelibolu Cephesinde, sadece yardımcı bir birlik olarak görevlendirdiler. Bu birlik, Mısır'dan Çanakkale Boğazı etrafında mevzilenen İngiliz birliklerinin İhtiyacı olan katırların nakledilmesinde kullanıldı. Mısır'da toplanan 650 kişilik Yahudi gönüllüden 562'si bu Katırcı Kuvvetinde görev aldı. Birlik, Ocak 1916'da İngiliz kuvvetlerinin bölgeyi terk etmesine kadar Gelibolu'da kaldı. Yahudi gönüllülerin bu şekilde kullanılması, Trumpeldor'ın gönüllü toplama işinin liderliğinden ayrılmasına yol açtı. 


1918 de ingiltere'de toplanan yahudi gönüllüler

Siyon Alayları'nın teorisyeni İtalyan faşizminden etkilenmiş; Viladimir Jabotisnky

Siyon Alayları'nın teorisyeni İtalyan faşizminden etkilenmiş; Viladimir Jabotisnky



İsrail Devleti'nin kurulmasında önemli bir rol oynayan militan Siyonist Revizyonist hareketin kurucusu Viladimir Jabotinsky...  

***

Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı Devleti'ne karşı, gönüllü Yahudi Alayı oluşturarak savaşma fikrini ilk ortaya atan Rus Yahudisi Viladimir Jabotinsky'dir (1880-1940). Odessa'da orta halli Musevî bir ailenin çocuğu olarak doğan, gençliğinde Rus edebiyatına sevdalanan Jnbotinsky'nin 16 yaşında yazdığı ilk şiirleri Odessa'dakl yerel basında çıkmıştır. Bîr süre İsviçre'de okuduktan sonra İtalya'ya geçen ve bu ülkeyi İkinci vatanı olarak benimsediğini anılannda anlatan Jabotinsky, Risorgimento yazarlarındanMussolîni'ye uzanan çizgide İtalyan siyasal düşüncesinden etkilenmişti. Doğu Avrupa ve Rusya'da, Yahudi düşmanlığının toplu katliamlara dönüşmesi sebebiyle bir çok Siyonist lider gibi o da Museviliğini hatırlamış ve kurtuluşu Dr. Herzl'in reçetelerinde aramaya başlamıştı.

Kısa sürede Dünya Siyonist Örgütü'nün en etkileyici hatibi olacak ve faaliyet sahası olarak Rusya'yı seçecek olan Jabotinsky'nin Siyonizme ilgisi Rus edebiyatçı Maksim Gorkiye göre. "Rus Edebiyatı için büyük bir kayıp" olmuştu. Siyonizm hayali, onu 1908'de Jön Türk devrimi sonrası kurulanSiyonist Derneği'nin propagandacısı olarak İstanbul'a sürükleyecekti. Görünürde, Anglo-Levanten Bankacılık Anonim Şirketi'nin yöneticisi, gerçekte Siyonizmin temsilcisi olarak istanbul'a gelen Dr.Jacobson'un yardımcılığını, o sırada tanınmış bir yazar olan Vladimir Jabotinsky üstlenmişti. Yahudice gazeteler satın alınmış, Celal Nuri (İleri) Bey'e bir gazete çıkarttırılmış, satın alınmıştı. Selanik'i adeta "İkinci Kudüs" olarak gören  Jabotinsky,   birinci   Kudüs'ün hayaliyle yanıp tutuşuyordu.

İstanbul'da kaldığı kısa dönemde, özellikle Jön Türkler arasında aktif olarak çalışmış, Türkiye ve Türkleri yakından tanımıştır. Bu dönemde daha sonraki yılların aksine genelde Türkler hakkındaki düşünceleri olumludur.


Faşizmin Siyonist destekçisi

1930'larda İtalyan Faşist Hareketi'ne de destek verecek olan Jabotinsky, liberalizmin ölü ve geçersiz bir doktrin olduğuna inanmaktaydı. "Günümüz ahlâk kuralları içinde çocuksu hümanizmin/insancıllığın yeri yoktur" diyen Jabotinsky'e göre dünya siyasal yaşamını şekillendirecek manivela sadece güçtü. "Komşusu ne kadar  iyi ve candan olursa olsun, ona inananlar aptaldır. Adalet, bileği güçlü olanın ve bu bileği büyük bir ısrarla isteklerini gerçekleştirmek için kullananındır" sözü, onun dünyaya bakışını da ortaya koymaktadır. 1913'de yazdığı "Irk Üzerine" adlı makalesi ile ırkçı düşünceler taşıdığı, hatta Musevilerin Âri ırktan üstün olduğunu ileri sürdüğü için "Vladimir Hitler" lakabıyla tanınacaktır.

1932'de   İngiliz   mandasındaki Filistin'de  "Betar" adlı   ırkçı  bir örgüt kuracak, simgesi kahverengi gömlek  olan ve   ''Doğu için İtalyan düzeni" sloganını benimseyen bu örgüt, Mussolini'nin Faşist gençlik örgütünün bir benzeriydi. Jabotinsky 1935'de verdiği, bir beyanatta "Biz bir Musevî imparatorluğu istiyoruz. Akdeniz'de bir İtalyan İmparatorluğu gibi, Doğuda da bir Yahudi İmparatorluğu olmalıdır" diyordu. Jabotinisky'nin bu hayat serüveni ve düşünce yapısı, onun Çanakkale'deki Yahudi Alayı'nı hangi havalı ve ırkçı düşünceler üzerine kurduğunu anlamamızı sağlıyor. Avrupa kökenli Eşkenazilerden bir Yahudi İmparatorluğu oluşturma fikriyle 1933'de italya'da Mussolini'nin yardımı ile askeri bir okul açan ve Filistin'e sevk edilen bu askerlerle yerli Araplara veAraplaşmış Yahudilere (Sefardimlere) karşı kanlı savaşlar yapan Jabotinsky tam bir maceracı ve hayalperesttir.     


Viladimir Jabotinsky  


"Osmanlı ölmeli"

II. Meşrutiyetin hemen ardından Anglo-Levanten Anonim Şirketi'nin ikinci adamı olarak bir süre istanbul'da   kalan Jabotinsky  Türkiye hakkında ilginç gözlemlerde bulunmuştur.
1917'de yayınlanan "Turkey and the War" (Londra 1917) adlı kitabında Birinci Dünya Savaşı'nın çıkış  nedeninin İtilaf Devletieri'nin iddia ettiği gibi Alman militarizmi değil, Şark meselesi olduğunu ileri sürmüştür. Savaşın, Osmanlı Asyası'nı paylaşmaktaki ahenk yoksunluğundan çıktığını söyleyen Jabotinsky'ye göre Almanya tüm Osmanlı'yı himaye kanadına almak bahanesiyle Şarkın zenginliklerine sahip çıkmak isterken, Fransızlar Suriye'ye, İngilizler Mezopotamya'ya, Rusya Doğu Anadolu ve Boğazlara, Yunanlılarla İtalyanlar İzmir'e göz dikmişlerdi. Ona göre. "Mirasın paylaşılması için önce mirası bırakanın ölmesi gereklidir."

Yaşayan bir varlığın yok edilmesindeki ısrarın kendisine acı verdiğini itiraf eden Jabotinsky, Türkleri,"İyi, dürüst, alçakgönüllü, misafirperver ve cengâver" millet olarak tanımlamakta; ancak Türklerin siyasî oyunların ve dış politikanın çıkar üzerine kurulduğunu bilmediklerini ileri sürmekteydi. Ona göre II. Abdülhamid'e Avrupa'da muhalefet etmiş olan Jön Türkler, Avrupa'yı bildikleri halde kendi ülkelerini bilmemekte, buna karşılık onlara karsı çıkanlar kendi ülkelerini bildikleri halde Avrupa'yı tanımamakta idiler. Kör bir adamın, bacakları olmayan fakat gözleri gören bir adamı sırtına alarak ilerlediğinin anlatıldığı bir Arap hikâyesini anlatan Jabotinsky, sözlerini su cümlelerle bitirir: "Ne var ki, Jön Türkler örneğinde bunun tersi olmuştu. Bacaksız olan taşımak ve kör olan da onun yönünü tayin etmek zorunda bırakılmıştır"Jabotinsky'ye göre II. Abdülhamid ve öncesi dönemde Osmanlı yönetimi, millet sistemini başarıyla uygulayarak azınlıkların tüm sosyal, dinî ve ilmî serbestliklerini tanımış ve korumuş, ama ısrarla siyasî iradeyi onlardan esirgemişti.

Süleyman Hilmi Tunahan hazretlerinin bağlıları (Süleymancılar) hangi partiye oy verecek? | Hangi parti tercih edildi? | Mehmet Fahri Sertkaya (video)

Cemaat merkezi ( Muhterem Alihan Kuriş Beyağabey ) kararını açıkladı: KESİNLİKLE OY YOK! Kesinlikle AKP'ye ve MHP'ye oy ve...