31 Mayıs 2012 Perşembe

Bundan Sonra İstanbul'a 'İslâmbol' denile

Bundan Sonra İstanbul'a 'İslâmbol' denile
Bundan Sonra İstanbul'a 'İslâmbol' denile


Fâtih Sultan Mehmed Han'ın 29 Mayıs 1453 yılında İstanbul'u fetihten sonra yaptığı ilk iş, İstanbul'u bir İslâm şehri hâline getirmek oldu. İnşâ ettiği yapılar ve camilere tahvîl ettiği eski eserler bu hizmetin büyüklüğünü gösterir. Bunun yanında Kostantıniyye ismiyle anılan şehre "İslâmbol" adını verdi(1)

Bundan sonra İslâmbol ismi de kullanılmaya başlandı. Zaman zaman pâdişâhların İslâmbol isminin kullanılmasına dâir emirleri olmuştur. Bunlardan birisi de Sultan Üçüncü Mustafa Han (1757-1774)'a aittir.

"Paralarla, emirnameler ve beratlarda kullanılan ifâdelerin birbirine uygun olması güzel bir iş olduğu için, artık "Kostantıniyye" ismi yerine "İslâmbol" isminin kullanılmasına dâir sultanımızın bir fermanı sâdır olmuştu. Binâenaleyh, bundan sonra Dîvân-ı Hümâyûn kaleminden yazılacak emirname ve beratlarda "Kostantıniyye" yerine "İslâmbol" lafzının kullanılması pâdişâhımızın emridir."

Kur'an-ı Kerim şifre kitabı mıdır? Kur'an-ı Kerim'in şifresi kitabı ve Ömer Çelakıl üzerine ilmi bir değerlendirme

Kur'an-ı Kerim şifre kitabı mıdır? Kur'an-ı Kerim'in şifresi kitabı ve Ömer Çelakıl üzerine ilmi bir değerlendirme

TAKDİM

"Kur'an-ı Kerim'in Şifresi" adlı bir kitap yazan Ömer Çelakıl adlı bir tıp öğrencisinin, Kur'an üzerinde geliştir­diğini iddia ettiği birtakım matematik­sel yöntemlerle hem geçmiş hem de geleceğe dönük birtakım bilgiler bul­duğunu iddia etti. Bu iddialarla başla­yan tartışmaların ardından, Kur'an-ı Kerim'i referans göstererek kehânet derecesine varacak çok ciddi iddialar ortaya atıldı. Bu durum doğal olarak akıllara Kabalizm ve 19'cuları getirdi.

Görünüşte öyle olmasa ve bu şekil­de gösterilmek istenmese dahi, tartış­malar sürekli olarak Kur'an-ı Kerim'in bir şifre kitabı olup olmadığı üzerine gelip düğümlendi. Zaten bu iddiaların en büyük sakıncalarından ve geçmiş­teki örneklerinden anlaşıldığı üzere, amaçları Kur'an üzerinde tartışmalarmeydana getirmek.

Biz de bu tartışmalarla ortaya çıka­bilecek birtakım yanlış anlaşılmaları önleme adına Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyelerin­den Prof. Dr. Davut Aydüz ile bu ko­nuda nasıl bir yaklaşım gösterilmesi gerektiği, Kur'an-ı Kerim'in iddia edil­diği şekilde gelecekle ilgili nasıl bilgiler verdiği, bu fikirlerin Kur'an-ı Kerim'e zararları, bu tür yaklaşımların temelin­de hangi fikirlerin bulunduğu gibi, ko­nu üzerinde merak edilen tüm ko­nuları konuştuk.

Prof. Dr. Aydüz'ün konuşmalarında değindiği, dikkat çektiği en önemli nokta, Kur'an-ı Kerim'in bir şifre kitabı olmadığıydı. Prof. Aydüz, bu tür yak­laşımların geçmişten günümüze daha önce de çok kereler ortaya çıktığını da hatırlattı.

****

Son ayların en yoğun tartışma konularından olan "şifreciliğin" Kur'an-ı Kerim'e yarardan çok zarar verdiğini anlatan Prof. Dr. Davut Aydüz, Kur'an-ı Kerim'in kendi deyimiyle "mübin", yani apaçık bir kitap olduğunu söyledi:

- Öncelikle "Kur'an-ı Kerim'in Şif­resi" adıyla yayınlanan bir kitabın ar­dından Kur'an üzerinde kehânet tar­tışmaları yaşandı. Size göre; insanlar bu tür fikirlere/iddialara nasıl yaklaş­malı? Buna benzer kitapları okumak için konuyu nasıl değerlendirmelidir­ler?

- Kur'an-ı Kerim; mu'cize bir kelâmdır. Mu'cize kelimesinin kökü i'câz'dır ki; o da, "âciz bırakmak" manasına gelir. Bir şeyin benzerini yapmaktan muhatabı âciz bırakan şeye de mu'cize denir. Bu ba­kımdan Kur'an-ı Kerim, Peygamber Efendimiz (sav)'in en mühim ebedî bir mu'cizesidir.

- Hangi yönden?

Neden hilal ve laleyi sembol olarak kullanıyoruz?

Neden hilal ve laleyi sembol olarak kullanıyoruz?
Neden hilal ve laleyi sembol olarak kullanıyoruz?


Hilal ve lale

Ebced hesabında iki veya daha fazla ismin sayı değeri eşit oluşundan istifâde edilerek, bu isimlerden birini söylemekle, mecazen diğeri söylenmiş olur. Meselâ (Muhammed) ism-i şerifinin ebced ile sayı değeri 92'dir. "Aman" kelimesinin de sayı değeri 92'dir. Yaman Dede'nin şu beyti buna işaret eder:

Aman lafzı senin ismi şerifinle müsavidir.
Anınçün âşıkın zikri "aman"dır Yâ Rasûlallah.

Yine Lafza-i Celâl olan "Allah" ism-i şerifinin ebced hesabı ile değeri 66'dır. "Hilâl" ve "Lâle" kelimelerinin de değeri 66'dır. Bu kelimelerin harfleri de aynıdır. Onun için İslâm'ı temsil eden, camilere ve minarelere alem olan, İslâm devletlerinin bayraklarına koydukları "Hilâl" aslında "Allah" ismi şerifine rumuz olmakta, İsm-i Celâle hürmeten onun yerine mecazen "Hilâl" konulmaktadır.

Ay'ın ikiye yarılması hadisesi - İnşikak-ı Kamer

Ay'ın ikiye yarılması hadisesi - İnşikak-ı Kamer
Ay'ın ikiye yarılması hadisesi - İnşikak-ı Kamer

"İNŞİKÂK-I KAMER" MU'CİZESİ "

İnşikâk-ı kamer, Ay'ın ikiye ayrılması demektir. Resûlüllah (s.a.v.) Efendimizin bir mu'cizeleridir. Bu mu'cizenin meydana gelişi, tarih ve siyerlerde kısaca şöyle anlatılır:

Resûlüllah (s.a.v.) Efendimzin, dolunaya bir işarette bulunması üzerine, ay derhal ikiye bölündü. Her iki parça da birbirinden ayrılıp uzaklaştı ve kısa bir müddet sonra da tekrar yan yana gelip birleştiler.

Bu muazzam mu'cize, müşriklerin isteği üzerine Mekke'ye pek yakın bir mesafede Minâ'da, aydınlık bir gecede vukua geimiştir. Kur'ân-ı Kerim'in bize haber verdiği en büyük ve en parlak mucizelerden birisidir.

Nübüvvetin sekizinci yılında, Hicret'ten beş yıl evvel meydana gelmiştir. Kamer sûresinin binci âyetinde, "Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı" buyurulmuştur. Pek çok sahabeden gelen rivayetlerin, Buhâr ive Müslim'de geçen şekli ile hulâsası/özeti şöyledir:

Ay zeminindeki çatlak ve ayın ikiye ayrılması mucizesi (inşikak-ı kamer)

Ay zeminindeki çatlak ve ayın ikiye ayrılması mucizesi (inşikak-ı kamer)
Ay zeminindeki çatlak ve ayın ikiye ayrılması mucizesi (inşikak-ı kamer)
"İnşikâk-ı kamer" mu'cızesl mevzuunda, günümüzde ay etrafında dolaşan ve Sputnik adı verilen uydulardan alınmış -dünyadan çekilebilen fotoğraflara nazaran mesafeleri daha çok yaklaştıran- ay yuvarlağı ile alâkalı fotoğraflarda, ay sathının/yüzeyinin tam ortasında yukarıdan aşağıya uzanan bir çatlak görülmektedir. Bu çatlak, takriben bir buçuk kilometre genişliktedir.

Amerikalılar bu çatlağa 'Radley Rille' adını vermişlerdir. Bu çatlakla alâkalı olarak Apollo-15’le gerçekleştirilen derinliğine araştırmalar, bugüne kadar halka açıklanmadığına göre anlaşılan, bundan sonra da açıklanmayacaktır.

Nitekim dünyaca meşhur İngiliz gazetesi The Guardian’ın, 29 Temmuz 1971 tarihli nüshasında yayınlanan yorum-haber, Batının bu işten korktuğunu ortaya koymuştur. Orada çıkan yazıda, Müslümanlar'ın daha şimdiden bu fotoğraflara dayanmak suretiyle, İslâm Peygamberi (s.a.v.)'ne atfedilen 'ay'ın ikiye bölünmesi' mu'cizesinin gerçekliğine dair isbat yoluna girdikleri... tarzında açıklamalara yer verilmişti.

Süt annesi Hazreti Halime, Peygamberimizi (s.a.v.) anlatıyor

Süt annesi Hazreti Halime, Peygamberimizi (s.a.v.) anlatıyor
Süt annesi Hazreti Halime, Peygamberimizi (s.a.v.) anlatıyor

"Muhammed Mustafâ'nın mübarek cismini yeşil bir ipeğe sarmışlar, üstüne de sütten beyaz ve misk kokulu beyaz bir yün örtmüşlerdi.

Peygamberimizi (s.a.v.) mübarek arkası üstüne yatırmışlardı. Uyuyordu. Cemâl-i şerifine baktım, uyandırmaya kıyamadım. Yavaş yavaş yanına vardım. Elimi göğsünün üstüne koydum. Mübarek gözlerini açıp yüzüme baktı, güldü ve gözlerinden bir nur çıkıp tâ göklere yetiştiğini gördüm. Onu, iki gözlerinin arasından öptüm ve ona sağ mememi verdim, aldı. Doyana kadar emdi. Ondan sonra sol mememi verdim, almadı. Daha sonra da hep böyle yaptı. Dâima sağ mememi emerdi, sol taraftan hiç emmezdi.

Bir merkebimiz vardı, yürümezdi. Mekke'den kendi yerimize dönerken merkep öyle hızlı yürümeye başladı ki, diğer kadınların merkepleri arkamızda kaldı.
Bir devemiz vardı, çocuğumuza gıda olacak kadar süt vermezdi. Peygamberimizi alıp evimize getirir getirmez kocam deveyi sağmaya gitti. Gördü ki, memeleri sütle dopdolu olmuş. Kocam dedi ki: Yâ Halîme! Aldığın yetimin ayakları mübarek imiş. Gelir gelmez bereketi zahir oldu, gecemiz bir başka oldu.

Dört mezhepten birini tercih etmek caiz, uymak ise her Müslümana vaciptir

Dört mezhepten birini tercih etmek caiz, uymak ise her Müslümana vaciptir
Dört mezhepten birini tercih etmek caiz, uymak ise her Müslümana vaciptir

Allâhü Teâlâ Hazretleri bazı şeyleri farz, bazı şeyleri vâcib, bazı şeyleri haram, bazı şeyleri mekruh ve bazı şeyleri de mubah kılmıştır.

Resûlullah (aleyhissalavatu vesselam) da bazı şeylere sünnet, bazı şeylere müstehab demiştir. Bu hükümler Allâhü Teâlâ'nın kitabında ve Resûlullah'ın (aleyhisselâm) hadîslerinde vardır. Fakat bazısı açıktır, herkes anlar, bazısı gizlidir, onları ancak ictihad derecesinde olan âlimler anlar.

Allâhü Teâlâ o âlimlere arabî ilimlere, usul ilimlerine ve ahkâm çıkarma hususunda çalışıp yorulmalarını Kur'ân-ı Kerîm ve Resûlullah'ın sözü ile fiilleri ile ve ashâb-ı kiramın icma'ı ile, gizli olanları delil ve emarelerle, istihraç ve kıyâs ile bulup, meydana çıkarıp anlatmalarını ve bunlarla amel etmelerini, müctehid olmayanlara öğretmelerini emretmiştir.

Târihin Şahitleri; Yıldız fotoğraf albümleri

Târihin Şahitleri; Yıldız fotoğraf albümleri
Târihin Şahitleri; Yıldız fotoğraf albümleri 


19. asrın en büyük keşiflerinden biri olan fotoğ­rafın (Photograph: photo = ışık, graph = çizim) te­melleri aslında bundan asırlar öncesine dayanır. Fo­toğraf makinesinin çalışma usûlünün, Latince'de "karanlık oda" mânâsına gelen "camera obscura" ifâdesine dayandığı bilinmektedir. Mevzu ile ilgili ilk bilgiler XI asırda yaşamış Arap asıllı ilim adamı Basralı El-Hazen'in, optik ilmi el yazmasında tafsilatlı bir şe­kilde anlatılmıştır. Karanlık oda'nın en basit îzâhı şöy­ledir: Karanlık bir oda duvarında açılmış küçük bir de­likten içeri giren ışığın, karşı duvarda ve deliğe belirli uzaklıklarla yerleştirilmiş beyaz bir perde üzerinde, dışarıdaki görüntüyü ters olarak aksettirmesidir. Bu tek­nik, eski çağlardan bu yana tatbik olunagelmiştir. Bil­hassa güneş tutulmalarının rasadında ve mimarî sa­hada bu teknikten yararlanılmıştır. Konya Karatay Medresesinin sahn tepesindeki açıklıktan ortadaki havuza akseden semânın görüntüsü ile rasadın yapıl­mış olması, Selçuklu medrese mîmârisinde karanlık oda usûlünün kullanılmış olduğunu ispatlamaktadır.

Göksu Çeşmesi (1880)
Göksu Çeşmesi (1880)
  
Târihî seyir içinde çeşitli merhaleler geçiren fo­toğraf makinesinin asıl icadı, Fransız İlimler Akade­misi mucitlerinden J. M. Daguerre tarafından yapıl­mıştır. Daguerre, kendi adıyla bilinecek tekniğini geliştirerek 1839 yılında bağlı bulunduğu akademinin basın bülteninden tüm dün­yaya îlân etmiştir.

Fotoğrafın Osmanlı Devleti'ne Gelişi
  
İcadının üzerinden fazla bir vakit geç­meden Takvim-i Vekâyi Gazetesi'nin 28 Ekim 1839 (19 Şaban 1255) Pazartesi gün­kü 186. sayısında fotoğraf makinesinin bulunuşu îlân edilmiştir. Haberde fotoğra­fın târihî seyri anlatılmış, teknik hususiyet­lerinden söz edilmiş, ayrıca M. Deguerre hakkında tanıtıcı bilgiler verilmiştir. Osmanlı coğrafya­sında bu haber neşrolunurken M. Deguerre'nin çırak­larından pek çoğu bu tekniği öğrendikten sonra dün­yanın dört bir yanına dağılmışlardır. Bu fotoğrafçılar­dan bazıları İstanbul'a da gelmiştir. Bunlardan biri Av­rupalı seyyah M. Kompa'dır.

Ceride-i Havadis Gazetesi'nin 8 Cemâziyelâhir 1258 (7 Temmuz 1842) tarihli nüshasında fotoğrafın resme göre çabukluğu şöyle anlatılmaktadır; "Res­samların bir adamın resmini yapacakları vakit günler­ce adamı karşılarına oturtup, defalarca nazar edip kemal-i sabr ile hayli zahmetli resmettikleri, lâkin bu âlât ile resim olunacağı vakitte güneşte altı saniyede ve güneşsiz vakitte yarım dakikada ol âlât vasıtasıyla resm edip bitirdikleri" belirtilmektedir.

Eminönü'nden Galata Köprüsü'nü gösteren bir fotoğraf (1901-1902)
Eminönü'nden Galata Köprüsü'nü gösteren bir fotoğraf (1901-1902)

Ayrıca M. Kompa'nın fotoğraf sanatını bilhassa pazar günleri Beyoğlu'nda saat dokuzda başlayıp adam başı onar kuruşa teşhir ettiği anlatılmaktadır. Bir adam veya birkaç adamın fotoğrafının çekilmesi yüz kuruştan yüz yetmiş beş kuruşa kadar olup manzara resmi ise yüz yirmi beş kuruştan büyüklüğüne göre bin kuruşa kadardır. Ayrıca Kompa'nın fotoğraf için lazım olan âletlerini dahi satacağı haberde neşrolunmuştur.

İlk olarak seyyahlar tarafından Osmanlı coğrafya­sı fotoğraflanırken bir taraftan da Yıldız fotoğraf albümlerinin temeli atılmıştır. Fotoğraf kısa bir sü­re sonra gündelik hayatın başka sahalarında da kullanılmaya başlanmış, harp fotoğrafçılığı diye ye­ni bir meslek dalı ortaya çıkmıştır. 1853-1856 yılla­rı arasında Ruslarla yaptığımız Kırım Savaşı dünya târihinde fotoğraflanan ilk savaş olduğu gibi, ayrı­ca Osmanlı Devleti'nde gazetecilik maksatlı çekilen ilk fotoğraf olmuştur.

Osmanlı Âlimlerinden Kemalpaşazâde

Osmanlı Âlimlerinden Kemalpaşazâde
Osmanlı Âlimlerinden Kemalpaşazâde


Osmanlı Devleti'nin her bakımdan zirvede olduğu XVI. asırda Osmanlı ulemâsının başında gelen Kemalpaşazâde ilmin hemen hemen her sahasında eser vermiş, ilme vukûflyeti ve dirayeti sayesinde devrine damgasını vurmuştur.

Büyük babası Kemal Paşa'ya izafeten "Kemalpaşazâde" veya "lbn Kemâl" diye bilinen Şemsüddîn Ahmed bin Süleyman, Sultan İkinci Bâyezîd Han, Ya­vuz Sultan Selim Han ve Kânûnî Sultan Süleyman Han devirlerinin mümtaz bir devlet ve ilim adamıdır. 1468-1469'da Edirne'de dünyaya gelmiştir'.

Bir ümerâ ailesine mensup olan Kemalpaşazâde. ailesinin nezâretinde iyi bir tahsil görmekle beraber, önce askeri sınıfa girmiş ve altı bölük sipahisi olarak Sultan İkinci Bâyezîd'in seferlerine iştirak etmiştir. Fakat bir gün Filibe'de Çandarlı İbrahim Paşa'nın meclisinde, o zaman 30 akçe ile Filibe müderrisi bulunan Molla Lütfî'nin meşhur bir akıncı kumandanı olan Evrenosoğlu Ahmed Bey'den daha çok itibar gördüğüne şâhid olunca, ulemâ­nın ümerâdan daha üstün olduğuna ka­ni olmuş ve ilmiye sınıfına geçmeye ka­rar vermiştir2.

Tevârih-i Âl-i Osman 'ın üçüncü defterinin ilk varakları
Tevârih-i Âl-i Osman 'ın üçüncü defterinin ilk varakları
 Askerlik ile alâkasını kesip ilmiye sı­nıfına girmeye karar veren İbn Kemal, önce Edirne Dârü'l-Hadîs'inde Molla Lütfî'nin derslerine devam etmiş ve da­ha sonra Hatibzâde Muhiddîn Mehmed Efendi ile Muarrifzâde Sinanüddîn Yûsuf gibi zamanın tanınmış âlimlerinden icazet alarak tahsilini tamamlamış ve Edirne'deki Ali Bey (Taşlık) Medresesi'ne müderris tayin edilmiştir. Bu sırada ba­ba dostu, Anadolu Kazaskeri Müeyyedzâde Abdurrahman Efendi vasıtasıyla Sultan İkinci Bâyezîd'in hi­mayesine de mazhar olmuş ve bu sayede daha geniş bir çalışma imkânı bulmuştur. Bir ara 40 akçe ile Üsküp'teki İshak Paşa Medresesi'ne nakledilmişse de, çok geçmeden 60 akçe ile gene Edirne'ye dönüp sıra­sıyla Halebiye, üç Şerefeli ve Sahn-ı Bâyezîd medre­selerinde bulunmuştur3.

Kemalpaşazâde daha sonra, 1515'te Edirne Kadılığı'na, 1516'da Anadolu Kazaskerliği'ne tayin edildi. 1516'dan1519'a kadar, üç yıl süren Mısır seferine Anadolu kazaskeri olarak iştirak etti. Mısır'da sohbet­ler yaptı, fetvalar verdi ve Mısır arazisinin tahririni yaptı. Sefer dönüşü Edirne Dâru'l-Hadîsi'ne müderris olarak tayin edildi*1.

Mısır seferi dönüşünde atının aya­ğından sıçrayan çamurların pâdişâhın kaftanına isabet etmesi üzerine Yavuz Sultan Selîm "Ulemânın atının ayağından sıçrayan çamurların medâr-ı zînet ve bâis-i mefharet" olacağını söyleyerek çamurlu kaftanın ve­fatından sonra sandukası üzerine örtülmesini vasiyet etmiştir.

Süleyman Hilmi Tunahan hazretlerinin bağlıları (Süleymancılar) hangi partiye oy verecek? | Hangi parti tercih edildi? | Mehmet Fahri Sertkaya (video)

Cemaat merkezi ( Muhterem Alihan Kuriş Beyağabey ) kararını açıkladı: KESİNLİKLE OY YOK! Kesinlikle AKP'ye ve MHP'ye oy ve...